29 Nisan 2008 Salı

BAROK SANATI

Bir sanat çağı ve tarzı. kelime; Portekizce düzensiz inci anlamına gelen «barroco» sözcüğünden gelir

Barok sözcüğü, birbirinden ayrı iki şeyi tanımlar: bir yandan, sanat tarihinde, Rönesans ile klasikçilik arasında kalan bir dönemi; öte yandan bütün çağlarda verilmiş bazı eserlerin tarzını. Her iki halde de, hareket, biçim özgürlüğü, süslemede aşırılıkla dolu bir sanat söz konusudur: belirli kuralların katılığına başkaldıran bir şenlik sanatı.

Başlangıçta bu sözcüğe alçaltıcı bir anlam verilmişti ama çok geçmeden anlaşıldı ki, aşırılıklarına karşılık, barok sanat çoğu zaman, insana kıvançlarını veya kaygılarını sanatçı anlatımın çeşitli biçimlerinde ve olanca parıltısıyla verme olanağını sağlamaktadır: her şeyden önce mimarlıkta ve heykelcilikte; ama resimde, müzikte, *edebiyatta da.

RÖNESANS'TAN KLASİKÇİLİĞE
Barok sanatın büyük dönemi, 1570 ile 1750 yılları arasıdır. Bu dönemde, bütün Avrupa, kiliseler ve anıtlarla donanmıştır. Bu yapılardaki fantezi, Rönesans yapılarının sadeliğiyle ve klasik beğenide ağır basacak olan katılık ve ölçüyle çelişkili düşmektedir.

Taşta yaratılan bu devrim, İtalya'da, Roma'da Protestan Reformu'nun yalınlığına tepki olarak patlak vermiş (bu yüzden «Karşıt Reform» diye adlandırılmıştır). Papalar, Katolik anlayışının yüceliğini görkemli biçimde belirtmek istiyorlardı. Bu bakımdan büyük sanatçıları bulma talihine eriştiler ve zevk sahibi olduklarını gösterdiler; bu sanatçılar, Michelangelo'nun ardından, Roma'yı baştan başa değiştiren mimarlar (Borromini, Maderno), ressamlar (Cortona'lı Pietro, Luca Giordano) ve heykeltıraşlardı (aynı zamanda büyük bir mimar olan Bernini).

Bu yeni tarz çok geçmeden İspanya'ya, Portekiz'e, Flandres'a, Avusturya'ya, Güney Almanya'ya ve Çekoslovakya'ya yayıldı. Fransa bu akımın biraz uzağında kaldıysa da barok sanat, buna karşılık, Atlas Okyanusu'nu aşıp cizvit misyonerlerin peşinden Latin Amerika'ya yerleşti.

TİYATRO VE GÖZ ALDATMA SANATI
Barok tarz her şeyden önce dekor üzerinde ısrarla durur. Roma'nın bazı alanları (sözgelimi Navona Alanı), sonsuz şenlikler için hazırlanmış büyük tiyatro sahneleri gibidir. Kiliselerin cepheleri, binanın önüne, salt süsleyici olarak yapıştırılır, roman sanatında veya gotik sanatta olduğu gibi, binayla bir bütün oluşturmaz.

Tiepolo gibi Venedik ressamları, Rubens ile Flaman ressamlar, Ribera ile İspanyollar, bu hareket ve ışık oyunları coşkusunu tablolarına veya fresklerine aktaracaklardır.

Louis XIV zamanında Fransa'ya egemen olan klasik sanat anlayışının zaferinden epey sonra bile, barok sanat, yaşantısını sürdürecek, giderek daha karmaşık nitelik kazanacak ve XVIII. yy.da, özellikle Almanya'da rokoko adıyla anılan tarza dönüşecektir: bu deniz kabuklarını andıran aşırı yüklü bezeme tarzı, ancak kiliselere ve saraylara, zaman zaman zarafet ve fantezi dolu bir çekicilik kazandırmıştır.


Barok Alman kilisesi Ottenbeuren'in içi (yapılışı 1736-1766). Süsleme çalışmalarının yoğunluğuna rağmen bina, mimarlık açısından açıklığını korumaktadır. Mermer taklidi malzemeyle yapılmış kaplama motifler bir yapıştırma dekor etkisi yapıyor: bu tarza «rokoko» adı verilir.
Barok döneminde Paris’in kraliyet gücünü temsil eden Versailles Sarayı her prensin örnek aldığı bir yapı olarak göze çarpar.Barok devri yapıları prenslerin sahip oldukları kudreti gösterirler. Prenslerin bu yüzden malikanelerine verdikleri önem ve onlara harcadıkları para muazzamdı. Aynı zamanda bu dönemin binaları yaratıcının sanatsal gücünün ve mimari anlayışının da bir göstergesiydi.Bu dönemde sanat doğayı taklit etme değil, aksine onu biçimlendirme olarak anlaşılmıştır.Bu dönemde yapılan barok sarayları, fıskiyeli havuzları, görkemli heykelleri, bahçeleri, süslü ve muazzam salonları, duvar işlemeleri, tanrı ve mitoloji konulu resimleri bu dönemin mimarisinde yer alan temel unsurlardı.

Bu dönemin şaşaalı görünüşü Barok mimarisinde kendini net olarak belli eder. Viyana, Potsdam, Dresden, Würzburg, Salzburg gelişmelerini bu dönemin prenslerinin mutlakiyetçi rejimlerine borçludur. Parklar içine kurulan görkemli şatolara halk değil girmesi yaklaşması bile yasaktı. Kim saraya dahil değilse tebaa(kul) sayılıyordu. Bu göz kamaştırıcı ve süslü yapılar bu dönemden başka hiçbir dönemde bu kadar zerafete ve görkeme sahip olmamıştır.

Bu dönem mimar ve yapıları şöyledir: Carlo Maderno, Francesco Borromini, Gian Lorenzo Bernini: Palazzo Barberini, Roma; 1625-1633. Francesco Borromini: San Carlo alle Quattro Fontane,Roma; 1634-1667 Baldassare Longhena: Palazzo Pesaro ,Venedig; 1650 Louis Le Vau, Charles Lebrun, Jules Hardouin-Mansart: Versailles Sarayı, Versailles; 1678-1684 Salomon de Brosse:Palais du Luxembourg , Paris; 1621-1662 Jules Hardouin-Mansart: Dôme des Invalides , Paris; 1676-1706 Elias Holl: Augsburger Rathaus; 1615-1620 Johann Lucas von Hildebrandt: Belvedere Sarayı, Viyana

Barok düşüncesinin oluşumunda ve gelişiminde şüphesiz Otuz yıl Savaşlarının etkisi büyüktür. Otuz yıl savaşları diye anılan mezhep kavgaları tüm Avrupa'yı etkilemiş ve Barok devrinin belirleyicisi olmuştur. Bu dönemde, Rönesans devrinde başlayan sosyo-ekonomik gelişmenin yerine duraksamanın ve geri kalmanın hüküm sürdüğü görülmektedir.

Barok çağında prensler güçlerini din ile birleştirmişler ve bu durum da yeni mutlakiyet rejiminin temellerini oluşturmuştur. Reformasyon'un prenslere ve hükümdarlara kazandırdığı güç, Protestanlık mezhebinin yapıcılarının himayeleri altına girmelerinin nedenlerindendir. Bu dönemde din ve siyaset eleledir. Katolik kilisesi de mutlakiyet rejimiyle benzer özelliklere sahiptir. Katolik mezhebi yaptıklarını ve geleneklerini insanların kalple anlamalarını istiyor ve keyfiliğin kiliseye herhangi bir zararının olmayacağını düşünerek düzenleyici akla önem veriyordu. Mutlakiyet rejimi de aynı şekilde uygulamalar içindeydi; sadece farklı olan hedeflerdi. Mutlakiyet bu dünyayla ve devletle ilgileniyordu; öte yandan Katolik mezhebi ise öte dünyayla ilgiliydi ve öte dünyada mutluluk vaad ediyordu. İşte böyle bir mücadele içinde imparator öne çıkıyor, Katolik mezhebinin güçlenmesiyle imparatorlar da güçleniyor, tüm kudreti kendilerinde görüyorlardı. Barok devri işte böyle bir üsluba sahipti.

Bu dönemde prensler ve soylular sahip oldukları kudreti ihtişamlı, şatafatlı, şanlarına yakışır bir şekilde göstermek eğiliminde olmuşlardır. Bu şatafatlı, süslü, görkemli görünme isteği tüm sanat dallarında ve tüm devir boyunca kendini göstermiştir. Saraydaki şairler,ressamlar,müzisyenler bağımsız olarak eserlerini icra edemiyorlardı. Barok sarayları, havuzları, süslü ağaçları, insanı büyüler nitelikte ve muazzam şekilde yapılıyordu.Ayrıca görkemli duvar ve tavan işlemeleri, Tanrı ve mitoloji konulu resimler kralın şanının ve ihtişamının sanata yansımış şekliydi. Tabiatı örtmek ve onun üstüne yeni bir şeyler inşa etmek hevesi vardı.Süs, gösteriş ve ihtişam kıyafetlere de yansımış, barok devri kıyafetleri zengin etekler, geniş kenarlı şapkalar, uzun peruklar şeklindeydi.

Bu dönemde diğer dönemlerden farklı olarak akıl, duygu, din, korku ve sevinçler bir aradadır. Barok insanı her ne kadar şaşaalı bir görünüme bürünse de onu kötümser ve karşıt düşünceler içinde olan bir devrin insanı olarak görmek ve değerlendirmek yanlış olmaz. Çünkü barok insanı bitmek bilmeyen mücadele ve savaşların yükünü artık taşıyamamaktaydı. Böyle özelliklere ve karşıtlıklara sahip barok insanı şüphesiz Otuzyıl savaşlarından, mezhep kavgalarından etkilendiği için bu modele bürünmüştür. Otuz yıl savaşlarını etkisiyle hayatın geçiciliği bilincine varmış ve 11. yüzyıldaki gibi “memento mori”(ölümü hatırla) düşüncesi hayata hakim olmuştur. Diğer yandan içine düşmüş kaosu yeniden düzenlemek amacıyla akıl bu devirde önemli bir yer teşkil etmiştir. Paskal, Descartes, Newton bu devrin önemli bilim adamlarıdır. Dağınık, parçalanmış bir kültür ve dünya görüşüne sahip olan barok insanı hem bu dünya hem de öte dünya inancıyla iç içe yaşamıştır. Bir yandan otuzyıl savaşlarının da etkisiyle dünyanın acılarından ve eziyetlerinden bırakarak dine yönelen insan(memento mori-ölümü hatırla düşüncesi), diğer taraftan da bu dünyanın kötülüklerinden kurtulmaya çalışan, dünyanın tadını çıkaran, gününü gün eden insan (carpe diem-gününü gün et düşüncesi) bu dönemde iç içedir. Bu döneme özgü eser ve yapıtlarda bu karşıtlığı ve üslubu rahatlıkla fark edebiliriz.

BAROK ÜSLUBUNUN YARATICILAR

BAROK ÜSLUBUNUN YARATICILARI
Barok üslubunun gerçek yaratıcıları Papalık kurumunun siparişleriyle desteklediği Borromini, Pietro da Cortona, Maderno, özellikle de Bernini gibi büyük mimarlardır. Kısa sürede doruk noktasına ulaştırılan bu sanat, İtalya'nın her yanına yaılmış, yarım yüzyıllık süre içinde (1620-1675) söz konusu bu sanatçılar, Roma'yı görkemli anıtlarla süslemişlerdir. Anıtların fanteziye kaçan yapıları ve akıl dışı süslemeleri, klasisizmin ağırbaşlılık ve kuruluğuna karşı, düş gücünün şiddetli bir tepkisi sayılabilir. Germen barokunun kaynağı olarak kabul edilen Borromini'nin yapıtları, en abartılı olan örneklerdir: Bazı girintileri ve çıkıntıları olan dalgalı yüzeylerin, eğri çizgilerin, iç yüksekliğe denk düşmeyen düzenlerin üst üste kullanılması (Carlino kilisesi bunun en kusursuz örneğidir). Roma'da Grassi tarafından Domenichino'nun planlarına dayanılarak yapılan S. İgnazio kilisesi, Santa Maria in Pace, San Carlo al Corso, S. Vincenze ve S. Anastasio kiliselerinin Martino Longhi tarafından yapılan cepheleri, Venedik'teki Santa Maria della Salute (Longhena'ın yapıtı) kilisesi ya da Torino'daki Carignano sarayı, yüzyıl sonra Orta Avrupa'da da yapılmaya başlanan bu garip ve karmaşık planlı yapıların ilk örnekleridir. Mimarlık alanında temel, kurallara bağlı kalan Bernini'yse yapıtlarında çarpıcı bir etki uyandırmaya çalışmış, San Pietro bazilikasını tamamlayarak bu alandaki bütün yeteneğini ortaya koymuştur. Bernini'nin iç düzenlemedeki çok renklilik ve gösteriş öğelerini işin içine katması, baldaken bölümünün tiyatroya özgü bir nitelik taşıması, renkli mermerlerden yapılmış mozayikler, görkemli bir biçimde düzenlenmiş alandaki sıra sıra sütunlar ve büyük boyutlu heykeller, bütün bunları gerçekleştirmiş olan sanatçının sahneleme yeteneğini ve barok anlayışın, dinsel töreni din dışı bir gösteri olarak benimseme eğilimini yansıtır. Süsleme heykelciliği, mimarlık yapıtlarına eklenmiş abartmalı bezeklerden oluşur ve öğeleri arasındaki şaşırtıcı dengesizlikle, çarpıcı bir görünüş sunar. Bu tür yapılarda, söz gelimi heykel yerleştirilebilmesi için alınlık yerine kırık alınlık kullanılmaya başlanmış, yapıların cephelerine dalgalı bir görünüm verilmiş, ayrıca hiçbirşey taşımayan ayaklar ya da sütunlarla daha da belirginleştirilmişledir; öte yandan, ateş çanakları, tırabzanlar, yaprak ya da çiçeklerden oluşan bezek kuşakları, hareket halinde gerçekleştirilmiş portreler, kalkanların temeline yada çatıların tepesine ağır ve hantal bir görünüm kazandırmıştır.

Süsleme resimleri alanında, barok üslupta yapıt vermiş ilk sanatçı Pietro da Cortona'dır. Resimlerinde göz aldatımlarına, ışık oyunlarına, vb. yer vermiş, resimlerin uzamını kornişlerdeki yalancı mermerler ve çoğunlukla yaldızlı olan mimari yapı kopyalarıyla doldurmuştur. Yapıtlarında eğik çizgilerden oluşan görüntülere rastlamak alışılmış bir olgudur. Işık, gökyüzü ve hareket halindeki bulutlara da önemli görevler yüklenmiştir. Bütün bunlar kolay yok olmayacak bir modanın belirgin özellikleridir.

Heykel sanatı Bernini'nin doğrultusunda, ince bir beğeni anlayışını hiçe sayarak, aşırı ölçüde anlatımcılığa (dışavurumculuk) yönelmiştir. Biçimler, hareket ve tutumraklı bir anlatım içinde apansız belirginleşirler. Bu yeni heykelcilik anlayışında sanatçılar, işlenmesi olanaksız olan konuları araştırmışlardır. Barok sanat "hareketin estetiği" diye tanımlandığında, özellikle Bernini'nin örnek konuları işlediği heykel sanatı akla gelir: Daphne'nin başkalaşımı; Azize Teressa'nın vecdi. İkinci derece sanatlardaysa, daha çok süsleme aşırılığına, yalancı parlaklığa, içi oyulup dışı yontularak işlenmiş, dengeden yoksun ve bakışımsız biçimlere yer verilmiştir. Barok üsluptan doğan rokay ve rokoko üslupları, XVIII' yy'da barokun yerini almıştır.

BAROK SANATININ YAYILMASI
İSPANYA'DA,mimar Churriguerra, barokun yöresel biçiminin oluşmasını sağlamıştır. Bu Rönesans dönemindeki plateresco üslubuyla çok iyi uyuşan, özellikle de süsleme sanatlarındayansıyan bir üsuptur. Mimarlık alanında geleneksel bir ağırbaşlılık varlığını hep sürdürmüştür: Medina del Campo'daki saray; Santiago de Compostela'nın cephesinin onarımı; vb. Heykelcilik, özellikle kiliselerdeki mihrabın dayandığı oyma arkalıkları yapma sanatının yenilenmesinde kendini gösteren borokçuluktan etkilenmiştir. İspanya'da uzun süre varlığını koruyan barok sanat ( insan gövdesi biçiminde sütunlar ve bir heykelin çevresini saran bitkilerden esinlenerek yapılan süslemeler, geleneksel tablonun yerini alır) doruk noktasına Narciso Tome'nin Toledo katedraline yaptığı "trascoro"yla (koro yeri arkası) ulaşmıştır.

PORTEKİZ'DE yeni üslup, Rönesans dönemindeki Manuel üslubunun yerini almış, özellikle 1755'teki depremden sonra yeniden kurulan Lizbon kentinde, büyük ölçüde yaygınlaşmıştır.

SÖMÜRGELERDE BAROK SANAT. Latin Amerika'ya cizvit misyonerlerinin götürdükleri barok sanat, eşsiz bir lirizm ve coşkulu bir anlatım kazanmıştır. Bu çekiciliği yerel geleneklerle karşılıklı etkileşiminden kaynaklanır. Kiliselerdeki süslü mihrap arkalıkları, çok yakınlardaki tropikal orman bitkilerinin dallı budaklı görünümüyle uyum içindedir; buna karşılık mimarlık yapıtlarına sakin, mantığa uygun, hatta ağırbaşlı bir hava egemendir. Brezilya'da, yontma süslemeler, Portekiz geleneğine uygun olarak, kapı ve pencere pervazlarında görülür. İkinci derecede önemli öbür sanatlarda ve heykelcilik alanında (tahtadan, çok renkli heykeller yada taş heykeller) da bir uyum göze çarpar. Latin Amerika'da "melez" diye adlandırılan bu sanat (en büyük ustası Aleijadinho'dur), XIX. yy'a kadar sürmüştür.

GERMEN ÜLKELERİNDE. Güney Almanya'ya İtalyanlar tarafından götürülen barok üslup Bernini'den çok Borromini ve Longhena gibi sanatçıların etkisinde kalınarak gerçekleştirilmiştir.

Almanya'ya XVII.yy'ın sonunda giren barok sanat, ancak XVIII.yy'da gelişti; Almanya'da ve avusturya'da birçok ünlü sanatçı yetişti. Almanya'nın her yanına yayılan barok mimarlık türü, bakışımsızlığa dayanır. Planlar oldukça karmaşıktır (oval, altıgen, karma, çıkmalı, dişli); yapılardaki ayaklar eğri biçiminde düzenlenmiştir.

Eğrilere hem yatay, hem de düşey doğrultularda rastlanır. Tapınaklar gibi kutsal yerler, ışıl ışıl aydınlatılmış konser salonlarına benzetilmiş görkemli merdivenler, galeriler ve balkonlarla süslenmiştir. Bavyera ve Franken'de çalışan Balthasar Neumann, Viyana'da çalışan Fischer von Erlach, ayrıca Hildebrandt, Germen ülkelerinde barok üslubunun başlıca temsilcileridir. Sivil mimarlık yapılarına örnek olarak Würzburg hükümdarlık konutu gösterilir. Dientzenhofer, Hildebrandt, Germen ülkelerinde barok üslubunun başlıca temsilcileridir. Sivil mimarlık yapılarına örnek olarak wüzburg hükümdarlık konutu gösterilir. Dientzenhofer, Hildebrandt, Neumann ve Fransız Robert de Cotte ile Boffrand'ın ortaklaşa çalışmalarıyla gerçekleştirilen bu yapıtta, Versailles üslubu ile Germen ülkelerinde barok anlayışın bütün anlatımları birleştirilerek, bu üslupta seçmeciliğin kusursuz bir örneği verilmiştir.

Ayrıca Popphelmann'ın çalışmalarından da söz etmek gerekir. Sanatçı Dresden'de Zwinger'in yapımını gerçekleştirmiş, ayrıca fransız rokay üslubunun yayılmasına ve Germen rokoko üslubunun doğmasına katkıda bulunmuştur. Barok üslup bağlamında Alman heykelciliği, genel olarak özerkliğini yitirerek mimarlık yapıtlarının bir parçası haline gelmiştir. Bu alanda özellikle Georg Petel ( Çarmığa gerilme adlı yapıtı, barok anlatımcı heykel sanatının baş yapıtı sayılır). Bernini'yle boy ölçüşebilecek güçte olan Andreas Schlüter, Dresden'de rokoko üslubunun öncüsü olan Balthazar Permoser, Viyana çeşmelerinin yapımında uzmanlaşan Georg Raphael Donner sayılabilir. ayrıca yalancı mererden yapılan süslemeler de aynı dönemde, birçok heykelcinin ilgisini çekmiştir: Zimmermann; egid Quirin Asam (Bavyera'da); Paul Egell (Mannheim sarayında); Joseh Anton Feuchtmayer; İnaz Günther: vb.

GÜNEY FLANDRE'DA. Katolikliğin yaygın olduğu bu bölgede, özellikle Brugge, Anvers ve Louvain'de yeni estetik anlayış benimsenmiş ve Rubens gibi barok resmin en büyük sanatçılarından biri yetişmiştir. Buna karşılık, barok sanat kuzey Flandre'da ve İngiltere'de gelişmiştir.

FRANSA'DA Bu konuda Fransa'da çok özel bir durum görüldü. XVII.yy. ortalarında, barok üsluba yöneliş ağır bastı: Süsleme sanatlarında, müzik, bale, bayramlar için hazırlanan süslemelerde hep barok üsluptan esinlenilmiştir. Ama heykel sanatı, Fransız sanatının en büyük eğilimi olan ölçülülük nedeniyle, barok üsluba tam olarak yaklaşamamıştır (Puget ve Coysevox'un yapıtlarında barok sanatın bazı etkileri görülür).

Bununla birlikte, Louis XIV üslubu, barok sanatının görkemliliğini, aşırı süslemelere düşkünlüğünü almış ama "tuhaflık" sınırını aşamamıştır. Louvre müzesinin genişletilme tasarısı için Paris'e çağrılan Bernini ile getirdiği planlar, kralın ve çevresinin tepkisiyle karşılaşmış ve Fransa'ya özgü klasik anlayışın bilincine varılmış, bunun üstüne bernini İtalya'ya dönmüş, Fransız mimarı Claude Perrault da Louvre'un sütunlarını yapmakla görevlendirilmiştir.

XVIII.yy'da barok anlayış, elli yıllık bir süre için yeni bir anlatımla yeniden ortaya çıkmıştır: Regence döneminde ve Louis XV'in krallığı sırasında süsleme sanatlarında görülen rokay üslubu. Aynı dönemde, söz konusu yeni anlatım, Bavyera ve Schwaben'deki mimarlık yapılarında rokoko üslubunun doğmasına da yol açmıştır.

TÜRKİYE'DE.
Türk mimarlığında daha çok XVIII.yy-XIX.yy. arasında görülen barok üslup, batıdaki barok anlayıştan farklı özellikler taşır. Barok üslubu etkisinde yapıların başlıcaları arasında İsrtanbul'da Nuruosmaniye camisi, Laleli camisi, Ortaköy camisi, Dolmabahçe sarayı, vb. sayılabilir.

BAROK SANATI

17. yüzyılın başında Avrupa’da yepyeni bir sanat üslubunun doğduğuna tanık olunur. Bu yeni üslup, Rönesans üslubundan ayrı, hatta ona tümüyle karşıt bir sanat üslubudur. Sanat tarihçileri, yalnız resim, heykel ve mimarlığı değil, öteki sanat dallarını da kapsayan, temelde Rönesans’tan farklı, yeni bir dünya görüşüne dayanan bu üsluba “Barok Sanat” adını vermişlerdir. Barok sözcüğü, Portekizce “Barucca” sözünden gelir. Portekizce’de garip biçimli, eğri-büğrü incilere verilen bu küçültücü ad, aradan yüzyıl geçtiği halde Rönesans ilkelerine bağlılıkta direnen tutucu kişilerce konulmuştu. Batı sanatında her büyük akım, başlangıçta sert tepkilerle karşılaşmış, adlarını da çok kez böyle aşağılatıcı tanımlardan almıştır.

16. yüzyılın ikinci yarısına ortaya çıkan Maniyerizm, 250 yıllık Rönesans sanatına karşı uyanan bir tepkinin sonucuydu. Maniyerizm, Rönesans’ın insanı ön plana alan, sıkı bir geometriye dayanan akılcı tutumuna karşı çıkış, katılaşmaya yüz tutmuş kalıpları yıkmak eylemiydi. Barok sanatın oluşumunda Maniyerist tepkinin katkıları da yadsınamaz. Rönesans gibi bir Yeniçağ sanatı olan Barok sanatın da temel amacı görüneni gerçekte olduğu gibi inandırıcı bir biçimde vermekti. Natüralizm denilen bu tutumda amaç aynıydı, ama Barok sanatçısı bu amacına Rönesans sanatçısından çok ayrı yollardan varmayı başarmıştır.

Rönesans mimarlığı ile Barok mimarlık arasındaki farkları daha iyi kavrayabilmek için bir karşılaştırma yapmak yerinde olur. rönesans döneminin ünlü yapılarından Ruccelai Sarayı (Floransa) ile Barok saray mimarisinin tanınmış örneklerinden biri olan Viyana’daki Schönbrun Sarayı, iki üslubun farklarını belirgin bir biçimde göz önüne seren örneklerdir. Üç katlı bir yapı olan Ruccelai Sarayı’nın cephesinde ilk bakışta kavranabilen bir yatay-dikey düzeni söz konusudur. Saçağın ve katları ayıran silmelerin yatay düzenlenişi ile pencerelerin arasında yer alan ve yerden çatıya kadar uzanan yalancı sütunların dikey oluşu, yapının cephesinde bir yatay-dikey karıştlığı meydana getirmiştir. Alt katta kare, üst katlarda dikdörtgen biçimli pencereler ve yuvarlak kemerli alınlıklar birbirinin tekrarıdır. Avusturyalı mimar Fischer von Erlach’ın 17. yüzyılın ikinci yarısında yaptığı Viyana’daki Schönbrun Sarayı’nın cephesi simetrik bir düzen göstermekle birlikte, yan kanatların kademeli olarak öne alınışı ile cepheye Rönesans saraylarında görülmeyen bir hareket ve derinlik kazandırılmıştır.

Aynı mimarın Salzburg’da yaptığı bir başka kilisede ise içbükey bir cephe tasarlanmış, iki yana kabarık yatay silmeli kuleler eklenmiştir. İtalyan mimarı Borromini’nin iki yanı revaklarla çevrili bir avluya bakan San Ivo Kilisesi (Roma) de bu konuda bir başka ilginç örnektir. Cephenin ilk iki katı içbükey, üst katı ise yapının oval planına uygun olarak dışbükey tasarlanmıştır. Böylece Rönesans’ın dörtgen plan şemasının yerini oval mekan şeması almış olmaktadır. Yine Borromini’nin Roma’da Dört Çeşme Kavşağı’nda bulunan oval planlı San Carlo Kilisesi’nin iki katlı cephesi ise günün her saatinde değişik gölge-ışık oyunlarına olanak verecek biçimde hareketli bir düzene sahiptir. Mimar bununla yetinmeyerek, yapının sol köşesini dar bir cephe haline getirmiş, alt kısma bir çeşme, üste ise yine hareketli bir kule yerleştirmiştir. Bu asimetrik dış görünümden yapının oval iç mekanını anlamak olanaksızdır.

Barok yapıların ceplerinde tanık olunan çabuk kavranamayan hareketli düzenlemeler, yapıların iç mekanlarında da görülür. Bohemyalı mimar Neumann’ın Würzburg Piskoposluk Sarayı’nın tören merdivenleri bunun en karakteristik örneklerinden biridir. Dörtgen iç mekan iki yandan diyagonal olarak yükselen merdivenlerle tavan ise boşlukta yüzen figürlerin oluşturduğu bir dekorla farkedilmez hale getirilmiştir.

Rönesans’ın tek kubbeli, merkezi planlı yapı tipi de Barok dönemde önemli bir değişime uğramıştır. Dört cepheli, haç planlı Rönesans formu, Venedik’in ünlü kilisesi Santa Maria della Salute’de çok cepheli bir görünüm kazanmış, Barok mimar Longhena bu cephelerin her birini bir başka biçimde düzenlerken, kubbeye geçişteki spiral volütlerle Rönesans’ın sert çizgilerini kırmayı amaçlamıştır.

Borromini’nin Roma’daki San Agnese Kilisesi tipik bir Barok kilisedir. Önündeki kalabalık heykel grubundan oluşan çeşme ise ünlü heykelci Berninin’nin yapıtıdır. Sanatçı Dört Nehir Çeşmesi adını taşıyan bu yapıtını küçük kaya parçalarının ortasına yerleştirilmiş eski bir Mısır obeliskinin çevresinde geliştirmiştir. Kaya yarıklarından dünyanın dört kıtasını simgeleyen dört nehrin, Tuna (Avrupa), Nil (Afrika), Ganj (Asya) ve Rio’nun (Amerika) suları fışkırır. Her nehrin alegorik figürlerle temsil edildiğini yapıtı kavramak için seyircinin dört bir yanı dolaşması gerekir. Barok sanatçılar kendi üsluplarını yalnız görkemli yapılarla değil, Roma kentinin çeşitli meydanlarına serpiştirdikleri bu tip çeşmelerle de yaygınlaştırmışlardır.

Barok çağın en ünlü heykelcisi Bernini’dir. Roma meydanlarını süsleyen çeşmelerinde hareketli figür gruplarını etkili biçimde düzenlemekte üstüne yoktur. Ama yalnız çeşme yapımında değil, kiliselerin mihrap kompozisyonlarında olduğu gibi, tek ve ikili heykel yapımında da başarılı bir ustaydı. Sanatçı Roma’daki Santa Maria della Vittoria Kilisesi’nin mihrap nişinde yer alan ünlü kompozisyonunda Azize Theresa’nın dinsel duygular içinde kendinden geçişi konusunu işlemiştir. Azize ve melek figürleri bulutlar üzerinde durmaktadırlar. Melek elindeki oku azizenin göğsüne saplamak üzereyken yukarıdan üzerlerine tanrısal ışık demeti bir altın yağmuru gibi dökülmektedir. Burada tanrısal bir aşkın, azizenin Tanrı ile bütünleştiği mutlu anın o zamana kadar görülmedik canlı ve etkileyici bir sahne halinde verilişine tanık olunur. Zengin giysi kıvrımları göz alıcı bir dekor oluşturur ama bu ayrıntılar, figürlerin yüzlerindeki çarpıcı ifadenin ön plana geçmesine engel değildir.

Berrini 1616 tarihli Daphne ve Apollon Heykeli’nde (Galleria Borghese, Roma) ise Yunan mitolojisindeki ilginç bir konuyu ele almıştır. Bu yapıtta Daphne ile Apollon arasındaki serüvenin en dramatik anı verilmiştir. Efsaneye göre Daphne dayanılmaz güzellikte bir bakireydi. Kendisini Tanrıça Gaia’ya adadığı için erkeklerden kaçan kızla karışlaşan Apollon, ona bir anda vurulmuş ve peşine düşmüştür. Ama kızı yakaladığı sırada Daphne bir ağaça dönüşmüştür. Bu, bilinen defne ağacıdır. Çaresiz kalan Apollon defne ağacından dallar koparıp bir çelenk yapmış ve onu başından hiç çıkarmamıştır. Bu grup kompozisyonu Barok heykel sanatının en başarılı ürünlerinden biridir. Figürler arası bağlantılar, hareketlerdeki incelik ve uyum, heyecanlara eşlik eden soldan sağa yükseliş, heykelin başarısın sağlayan özelliklerdir. Bernini kırılgan taşı, süt beyaz mermeri inanılmaz bir beceriyle dantel gibi işlemiştir. Ama bu sadece el hünerine dayanan cansız bir tasvir değildir, mermer figürler sanki soluk alıp vermekte, olayın en heyecanlı anını seyirciye paylaşarak yaşamaktadırlar. Bu yapıtta Barok heykelin bir başka özelliği görülür: Artık heykel tek noktadan bakılarak değil, çevresinde dönüp dolaşılarak kavranan bir çok yönlülük de kazanmıştır.

Bernini grup kompozisyonlarında olduğu kadar büst yapımında da ustaydı. 1651 yılında yaptığı I. Francesco’nun Portre Büstü’nde bu soylu kişiyi zengin dökümlü giysisi ve lüleli peruğuyla görkemli bir biçimde betimlemiştir. Öte yandan Francesco’nun yüzünün onun kişiliğini yansıtan bir gerçekçilikle işlendiği görülür. Bu yapıtta ince işçilik ile ifade gücünün tam bir uyumu söz konusudur. Bernini’nin büyüklüğü de buradadır.

Barok heykel sanatına bir başka örnek de Alman heykelci Andreas Schlüter’in atlı anıtıdır. Bu yapıt, Berlin Krallık Sarayı’nın önüne konulmak için yapılan, ama ıimdi Charlottenburg Sarayı’nda bulunan Büyük Elektör Anıtı’dır. Anıt, Rönesans sanatçıları Donatello ve Verrocchio’nun atlı heykelleri ile karışlaştırılırsa bazı önemli ayrılıklar gösterir. Hepsi de görkemli yapıtlardır ama Rönesans’ın statik anıtsallığı burada dinamik bir görünüme dönüşmüştür. Atın yeleleri ve elektörün bol giysileri rüzgarla uçuşmakta, daha canlı bir görünüm yaratmaktadır. Anıtın kaidesine de Rönesans’ın sade anlatımından farklı olarak hareketli figür grupları yerleştirilmiş, dinamik etki bir kat daha güçlendirilmiştir.

Barok resim sanatı da gerek duvar gerek tuval resminde Rönesans üslubundan önemli farklarla ayrılır. Yüksek Rönesans döneminde Michelangelo’nun Sistine şapeli tavanına yaptığı zengin kompozisyonda tavanın düz tonozu, gerçek mimari organlar etkisi uyandıran bölmelere ayrılmış ve bunların içine sayısız figürler yerleştirilmişti. Bunlar devingen figürler olmasına karışn, tavan yüzeyi açıkça algılanabiliyordu. Barok üsluptaki tavan resimlerinde de mimari çizimler söz konusudur. Ancak bunlar derinlik etkisi uyandıracak biçimde eğrilip bükülerek kaçış noktasına doğru yükselmekte, ortadaki hareketli figürler ise sanki gök boıluğunda uçuşmaktadır. Seyirci artık tavan yüzeyini farketmemekte, kapalı bir mekan içinde bulunduğunu unutmaktadır. Barok resmin duvar yüzeyini görünmez kılan, onları gökyüzünün sonsuzluğuna açan bu dönüştürümüne örnek olarak Roma’daki San Ignazio Kilisesi’nin orta mekanının tavanı gösterilebilir. Mimari çizimlerdeki kuvvetli perspektifle oluşan orta bölüm, kenarlarda uçuşan figürlerle birlikte bakışımızı derinliklere çekip götürmektedir.

Barok resmin doğuşunda Maniyerizm’in katkısını açıklayan bir örnek de Maniyerist sanatçı Tintoretto’nun Venedik’teki Son Akşam Yemeği (San Giorgio Maggiore) adlı resmidir. Leonardo da Vinci’nin Milano’daki aynı konulu yapıtından farklı özellikler taşır. Vinci’nin yapıtında yemek masası duvar düzlemine paralel olarak konulmuş, figürler ortada ısa, iki yanında eşit sayıda azizle sıkı bir simetri içine alınmıştı. Tintoretto’nun resminde ise diyagonal bir düzenleme söz konusudur. Gözümüz bu diyagonali izleyerek gerilere, ısa’nın ışıldayan haleli başına doğru kaymaktadır. Güçlü gölge-ışık karıştlığı içinde figürlerin konturları eriyip hareket bağıntılarıyla sağlanan dinamik bir bütünlük oluşmakta, güçlü bir dramatik etki seyirciyi bir anda kavramaktadır. Bütün bu özellikler Barok resmin de başlıca özellikleridir.

Sanat tarihçileri 16. yüzyılın sonunda ün kazanan Caravaggio’yu Barok resmin babası sayarlar. Caravaggio kısa yaşamına sığdırdığı birbirinden başarılı yapıtlarla bu tanımı hak etmiştir. ısa’nın Mezara Konuluşu (Vatikan) adlı yapıtında sağda ellerini acıyla kaldırmış azizeden başlayarak sola doğru kademeli olarak sıralanıp eğilen figürlerin hareketi, ısa’nın sarkan koluyla mezar taşına ulaşmaktadır. Hareket hem acıyı hem mezara konuluşu ifade etmekte, gerek ortadaki kırmızı şal gerek ustalıklı gölge-ışık kullanımı dramatik bir etki oluşturmaktadır. Caravaggio gerçekçi bir ressamdır. Çoğu birer işçi olan azizleri nasırlı ellerle ve çamurlu ayaklarla resimlemekten çekinmemiştir. Bu yüzden kiliseyle sık sık anlaşmazlığa düştüğü bilinir. Sanatçı Golyat’ın Başını Kesen Genç Davud (Gallerie Borghese, Roma) adlı resminde ise uyumlu hareketler, etkileyici yüz ifadeleri ve başarılı gölge-ışık kullanımıyla seyirciyi ürperten güçlü bir dramatik görünüm yaratmayı başarmıştır.

Caravaggio’nun etkisi kısa zamanda tüm Avrupa’ya yayılmıştı. ıtalya’da eğitim gören pek çok sanatçı onun yolunu seçmiştir. Bunlara “Caravaggistler” denir. Avrupalı sanatçılar, ustanın az sayıda yapıtını göremese de dört bir yana yayılan Caravaggistler onun üslubunu tanıtıyorlardı. Fransız sanatçısı Georges de la Tour da bunlardan biridir. Aziz Sebastion’a Yas Tutan Azize Irene (Staatliches Museum, Berlin) adlı yapıtında Caravaggio’nun etkileri kolayca görülür. Tüm sahne azizenin tuttuğu çırayla aydınlatılmış bu yolla güçlü bir gölge-ışık karıştlığı yaratılmıştır. Figürlerin sağdan sola doğru kademeli olarak alçalışı da Caravaggio’nun ısa’nın Mezara Konuluşu adlı resmini anımsatmaktadır. Ne var ki, her güçlü sanatçı gibi Georges de la Tour da bu etkileri kendi ulusal ve kişisel sanat dünyası içinde eritip özümsemeyi bilmiş ve çok özgün yapıtlar ortaya koymuştur. De la Tour bir taşra sanatçısıydı, oyya yurttaşı Poussin ıtalya’da eğitim görmüş, Paris’te yaşamıştır. Sanatçı Aziz Erasmus’un şehit Edilişi (Vatikan Pinakothek) adlı yapıtında daha kalabalık bir kompozisyon içinde Caravaggio’nun bir başka özelliğinden, dramatik anlatım gücünden yararlanmıştır. Olayın en trajik anını işlemiş, ama bunu yüzde yüz kendine özgü bir üslupla yapmıştır.

17. yüzyıl ıspanyol Baroğu’nun en ünlü ustası ise bir saray ressamı olan Velazquez’dir. Çağdaşları tarafından “büyücü” diye adlandırılan sanatçının tablolarına yakından bakınca kalın renk lekelerinden başka bir şey görülmüyordu. Ama tablodan üç adım uzaklaşıldığında her şey belirginlik kazanıyor, figür bu teknikle sağlanan büyüleyici bir renk ve ışık titreşimiyle canlanıyor, sanki soluk almaya başlıyordu. Bu özelliği en iyi gösteren örneklerden biri de Kralişe Mariana’nın Portresi’dir (Louvre, Paris).

Rubens de Barok çağın uluslararası üne sahip ressamlarının başında gelir. Yaşamı boyunca oradan oraya çağrılmış, ıspanya sarayından Anvers sarayına, oradan Fransa sarayına koımuş durmuştur. Binlerce yapıt vermiş verimli bir sanatçı olan Rubens, atölyesinde zamanın ünlü ustalarını çalıştırırdı. Taslakları kendi hazırlayıp gerisini onlara bırakır, sonunda bir kaç düzeltme yapıp imzasını atmaktan çekinmezdi. Anvers Katedrali için hazırladığı ısa’nın Çarmıhtan ındirilişi en tanınmış yapıtlarından biridir. ısa’nın aşağı doğru kayan vücudu onun anatomi bilgisini açıkça gösterir. Kalabalık kompozisyon, ışığın ustalıklı kullanımı ve başarılı hareket bağlantılarıyla organik bir bütünlüğe ulaşmakta, amaçlanan dramatik etki sağlanmaktadır. ıbrahim Peygamber’in Oğlunu Kurban Edişi adlı yapıtında ise figürlerin aşağıdan görünüşü seyircide şaşırtıcı bir etki uyandırır. Figürler sanki yanlardan ortaya doğru hızla dönen bir burgaç hareketinin içinde dönüp savrulmaktadır. Yine Rubens’in bir başka görkemli yapıtı ise Lanetlilerin Cehenneme Düşüşü’dür (Alte Pinakothek, Munich). Büyük kompozisyonların ressamı olan Rubens, ustalığını ve hayal gücünün zenginliğini en çok bu tip kompozisyonlarında dile getiriyordu. Bu yapıtında alevlerin kızıllaştırdığı ürpertici bir ortamda sayısız figürün salkım salkım cehennem kuyusuna yuvarlanışına tanık olunur. Değişik durumdaki her bir figür, ustanın insan anatomisini resmetmekteki başarısının bir başka belgesi gibidir.

17. yüzyıl Hollandası’nda resim sanatı altın çağını yaşamaktaydı. Deniz ticareti ile zenginleşen Protestan Hollanda’da sanat koruyuculuğu saray ve kilisenin egemenliğinden çıkmış, burjuva sınıfına kaymıştı. Aşırı zenginleşen tüccarlar soylulara özenip konaklarını tablolarla süslüyorlardı. Ama sanat eğitimleri düşük olduğu için daha çok konularla ilgileniyorlardı. Kimi çiçek resmi, kimi meyva resmi istiyordu. Toprak sahipleri köy manzaralarından, deniz tacirleri deniz manzaralarından hoılanıyorlardı. Sakin aile yaşamını yansıtan sahneler de en çok aranan konulardandı. Böylece değişik istekleri karışlayan, her konuda ayrı ayrı uzmanlaşan pekçok ressam ortaya çıkmıştı. Bu uzmanlık dallarının arasında portreciliğin özel bir yeri vardı. Burjuva insanı da soylular gibi portrelerini yaptırarak geleceğe kalmak hevesine kapılmıştı. Frans Hals bu dalda çalüşan ressamların başında gelir. Sanatçı Velazquez gibi kalın fırça vuruşlarıyla çalışır. Böylece resimlediği portreler sanki canlışmış gibi kıpırdanıp titreşirler. Bu dönemde bazı dernek yöneticileri de grup portreleri yaptırıyorlardı. Frans Hals bu konuda da uzmandı. Öksüzler Yurdu Kadın Yöneticileri (Frans Hals Museum, Haarlem) adlı yapıtı, onun grup portreciliğindeki başarısını gözler önüne serer.

17. yüzyıl Hollanda resim sanatının en ünlü sanatçısı olan Rembrandt’ın herkesçe bilinen Anatomi Dersi (Mauritshuis, The Hague) adlı yapıtı da aslında bir dersi değil, Amsterdam’ın Cerrahlar Loncası üyelerini göstermektedir. Sanatçının Gece Devriyesi (Rijksmuseum, Amsterdam) adlı yapıtı da yanlış tanımlanmış, tablo zamanla karardığı için bir gece resmi sanılmıştır. Oysa yapıt kenti koruyan milis birliği üyelerini gündüz gözüyle betimleyen bir grup portresidir. Rembrandt yaşadığı burjuva çevresinin beğenisine kendini kaptırmamış, belli bir uzmanlık dalıyla kendini sınırlamaya razı olmamıştır. Son yıllarını yoksulluk içinde geçirmek pahasına piyasa ressamı olmaya yanaşmamıştır. Az sayıdaki dostları da daha çok açık görüşlü din adamlarıyla klasik kültürü özümsemiş hümanistlerdi. Sanatçının yapıtlarında dini konular ağır basar. Tevrat’tan ve ıncil’den alınmış sahneleri derin bir dini duyarlık, insancıl bir sıcaklık ve şefkatle işlemiştir. Sevgi konusunu da kutsal bağlılık inancıyla ele almıştır. Peygamber Yakub’un Yusuf’un Oğullarını Kutsayışı (Staatliche Kunstsammlungen, Kassel) adlı yapıtında da aynı inanç sıcaklığını duyurmak istemiştir.

Rembrandt renkten çok bir ışık ressamıdır. Birkaç rengin, kırmızı, sarı ve kahverenginin değişik tonlarıyla yetinmiştir. Kutsal Kitap’ta yer alan parasını har vurup harman savuran Müsrif Oğulun Baba Ocağına Dönüşü’nü (Hermitage, Leningrad) gösteren resminde, ailenin şefkatlı havası daha çok ışığın ve hareketin ifadeci kullanımıyla sağlanmıştır. Rembrandt’ın bir başka özelliği de dramatik olayları Caravaggio gibi en ıiddetli anında ele alıp ani bir etki sağlamaktan kaçınmasıdır. Peygamber Musa’nın Tanrı’dan aldığı on emri taşıyan tabletleri yere çalmak için kaldırışını gösteren resmi (Gemaldegalerie, Berlin) bu özelliği açıkça vurgular. ınançla dönen Musa’nın kavmini altın buzağıya tapınırken buluşu, onu büyük bir öfkeye ve umutsuzluğa düşürmüştü. Sanatçı burada öfkenin ıiddetinden çok umutsuzluğun içe işleyen acısını vermek istemiş, kalıcı etkiyi yeğlemiştir.

Rembrandt aynı zamanda, belki de öncelikle erişilmez bir portre ressamıydı. Ünlü yapıtı Miğferli Adam’da* (Dahlem Gallery, Berlin) model olarak kardeşini resmetmişti. Ama bu sıradan bir asker portresinden öte, türlü deneyimlerle iç dünyasını zenginleştirmiş bir kişinin düşünceli anlatımı düzeyine ulaşmış bir portredir. Çelik yakalık ve miğferdeki altın yaldızın ışıltıları bu iç anlatıma daha bir güç katmaktadır. Rembrandt gençliğinden beri sık sık kendi portresini de yapmıştır. Bunların sayısı elli kadardır. Kendisini neden bu kadar çok betimlediği ve neyi amaçladığı sorularının yanıtı yanılmıyorsak ıudur: kendini arıyordu Rembrandt. Yıl yıl, dönem dönem kendi iç dünyasını tanımaya, iç yaşamının bir çeşit günlüğünü tutmaya çalışıyordu.

BAROK USLUBU

XVII. yy. başlarında katolik ülkelerde, mimarlık, heykelcilik, resim ve süsleme sanatları alanlarında, rönesans dönemi klasisizmine bir tepki olarak ortaya çıktı

Barok, Avrupa'da yaygınlaşan sanatta bir anlatım biçimidir. Başlangıcı ve bitişi için kesin bir tarih verilememekle birlikte 16. ve 18. yüzyıllar arasında oluşup şeklini almıştır. Mimarlık, müzik, resim ve heykelin etkileyici temalar altında birleştirilmesi amacını güder. Abartılı hareket duygusu ve net gözüken detayları ile dönemin müzik ve edebiyatında da kendini gösterir. Yoğun bir etki bırakan bu anlatım biçimi kendi alanında fazla eser verildiğinden bir dönem adı olarak anılmaya başlanmıştır. 1600'lerde Roma'da kilise etkisinde doğmuşsa da tüm Avrupa'ya yayılmıştır.

17.yüzyılda gelişen yeni sanat üslubu Rönesans devrinden ayrı , hatta ona tümüyle karşıt şekilde gelişmiş bir sanat üslubudur. İşte resim, heykeltıraş, mimari, müzik, edebiyat gibi sanat dallarını içine alan ve yepyeni bir üsluba sahip olan bu yeni oluşuma “Barok sanat” adı verilmiştir. Barok sanatının keşfedilmesi 20.yüzyılda olmuştur ve bu sanat Katolik ruhunda biçimlendiği için “karşı reformasyon sanatı””Kunst der Gegenreformation” olarak adlandırılmıştır.Barok devri Rönesans devrine karşıt olarak daha açık ve serbest bir üsluba sahiptir. Özellikle edebiyat ve plastik sanatlarda aşırı süsleme, ölüm korkusu ve yaşam sevinci, bu dünya ve öte dünya düşüncesi gibi antitez, karşıtlık içeren konulara büyük ilgi duyulmaktadır ve bu karşıtlık barok eser ve yapıtlarında kendini göstermektedir. Böyle bir üsluba sahip barok sanatında “diyalektik gerilim ilişkileri” söz konusudur.

Mimaride Mimar Louis Le Vau ve bahçeci André Le Nôtre tarafından yapılan Versailles Sarayı, Barok mimarisinin en tipik örneklerindendir. Bunun yanında resimde Caravaggio, Rembrandt, Rubens, Vermeer; heykelde Gianlorenzo Bernini; müzikte Johann Sebastian Bach, Antonio Vivaldi, L'Estro Armonico, Domenico Scarlatti, Georg Friedrich Handel, Georg Philipp Telemann Barok tarzında eser vermiş kişilere örnek teşkil eder.


Barok doğrultusunda yapıt veren ilk sanatçılar, Papalık ve Karşı-Reform'un yarattığı sanat akımı tarafından yüreklendirildiler. Cizvitler'in öncülüğünü yaptığı bu yeni sanat akımı değişik dönemlerde Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde ve Latin Amerika'da bütün XVII.-XVIII. yy.'lar boyunca çeşitli ölçülerde ilgi uyandırdı.

XIX. yy.'ın sonuna kadar eleştiriye uğrayan ve beğenimsizlikle suçlanan barok üslup, apansızın beklenmedik bir değer kazandı; öyle ki eleştirmenler XVII-XVIII. yy.'lardaki bütün sanat etkinliklerini barok sanat çerçevesi içine almaya yöneldiler (oysa XVII. yy. uzun süre, yalnızca klasizm çağı sayılmıştı.)

Genel olarak İtalya'da barok sanatın ortaya çıkış tarihi, Maderno'nun kesik alınlık kullandığı tarihe denk düşer.

Barok ve yandaş üsluplar, Çin ve Japon Süsleme sanatlarındaki, özellikle; aşırı süsleme ve ölçüsüz denge kavramlarıyla ilgili gizli benzerlikler taşımaktadırlar, bu anlamda ilgili üslupların doğu kültürlerinden belirgin derecede etkilenmiş olabilecekleri de ileri sürülebilir.

23 Nisan 2008 Çarşamba

Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyesi Diyetisyen Doç. Dr. Nurten Budak, havaların ısındığı bu günlerde, kış aylarında stoklanan patates ve soğanların, uygun nem ve ışık bulunca çimlenmeye başladıklarını belirtti.

18 Nisan 2008 Cuma

Sağlıklı ve sıkı bir vücuda sahip olmak için spor salonlarını aşındırmanız şart değil. Evde kendi kendinize yapacağınız egzersizlerle de fit bir vücuda sahip olabilirsiniz. İhtiyacınız olan tek şey biraz disiplin. Önerdiğimiz egzersizleri 30 saniyelik molalarla beş kez tekrarladığınızda sonuca siz de inanamayacaksınız!

Aman kalemi düşürmeyin!

Doğru bir duruşa sahip olmak istiyorsanız, bir pervazın ya da kapı kirişinin altında durarak, küçük bir adım atın. Kollarınızı omuz hizasında kaldırın ve dirseklerinizi ellerinizle doksan derecelik açı yapacak şekilde kapıya dayayın. Ardından da dirseklerinizle kapıyı itmeye çalışın. Bu sırada kürek kemiklerinizi, sanki aralarında bir kalem var da onu tutmak istiyormuş gibi aşağıya doğru sıkıştırın. Rahatlıkla yapabileceğiniz bu egzersiz sırt ve sırt üstü kaslarınızı çalıştırarak, daha güzel ve doğru bir duruş kazandıracaktır.


Biraz da kaslarınız çalışsın

Kapı girişinden ayrılmadan egzersize devam ediyorsunuz. Bu kez de geriye doğru bir adım atın ve bir önceki hareketin tam tersini yapın. Kollarınızı omuz hizasında kaldırıp dirseklerden ileriye doğru ittirecek şekilde kapıya dayayın ve tüm gücünüzle ileriye doğru ittirin. Bu egzersiz göğüs ve ön omuz kaslarınızın gelişmesini sağlayacaktır.

Kalp ve damar için nefes teknikleri

Nefes teknikleri kalp damarlarını açıyor

Amerika Kalp Birliği, yaptığı bir açıklamada; bir grup sağlıklı gönüllü ile yapılan 8 haftalık nefes teknikleri uygulamaları sonunda damar fonksiyonlarının %17 oranında geliştiği, aynı çalışmanın kalp hastaları üzerinde yapıldığında ise damar fonksiyonlarında %70 oranında gelişme gözlendiğini bildirmiştir.

Açıklamaya göre, kalp hastaları üzerinde nefes teknikleri en basit haliyle bile çalışıldığında hem fizik bedeni kuvvetlendiriyor, hem de stresi azaltarak kişinin üzerindeki yükü hafifletiyor. Birçok ünlü Kalp Cerrahı, bypass ameliyatı geçirmiş hastalarına nefes teknikleri çalışması öneriyor ve yaptırıyor. Strese karşı etkili olan nefes çalışmaları, kan basıncını, kolesterolü ve şeker seviyesini düzenleyerek kalp hastalarına inanılmaz katkılar sağlıyor.

Nefes teknikleri kalp hastaları üzerinde nasıl bir etkiye sahiptir? Ve Nefes teknikleri kalbe ne kazandırıyor?


Nefes teknikleri, diyafram kasını güçlendirerek, diyaframın kalbin altına kanın toplamasında yardımcı olarak kalbin yükünü azaltıyor. Yoğun nefes kullanımı kalbe daha kolay ve daha yoğun oksijen gelmesini sağlıyor. Nefesin parasempatik sinir sistem üzerindeki etkisi stresi azaltıyor. Araştırmalara göre, üç aylık bir süreçte nefes teknikleri uygulayanların kan yağları, kan şekerleri ve tansiyonları üzerinde daha iyi bir kontrol oluşturuluyor. Panik ve depresif rahatsızlıklar üzerinde direk etkisi nedeniyle dolaşım sistemi üzerinde negatif etki yapan ilaç kullanımına gerek kalmadığı için kalp ritmi ve damar basıncı düzene girebiliyor. Diyafram kullanımı sonucunda baskılanan sinir düğümleri parasempatik sinir sistemini aktive ederek böbrek üstü bezlerinin salgıladığı stres hormonları adrenalin ve nöradrenalini azaltıp, pineal glan salgısı olan mutluluk hormonu endorfini artıyor.

Nefes teknikleri ameliyattan ne kadar sonra yapılabiliyor?


Ameliyatlardan bir ay sonra tüm hastalar Nefes teknikleri egzersizlerine başlayabiliyor veya toplu terapilere katılabiliyorlar. Başlangıçta haftada dört gün ikişer saat öneriliyor. İki ay sonra egzersizler her güne çıkarılıyor. İsteyenler daha sonrada toplu çalışmalara devam edebiliyor. Çalışmayı daha uzun sürdürmek isteyenler teknikleri önerilen şekilde evlerinde uygulamaya devam etmalarine ilaveten haftada bir kez de toplu çalışmalara katılıyorlar. Nefes tekniklerinin birçok yönden kendi üzerlerinde ki olumlu sonuçları fark ederekyaşam kalitesini desteklediğini anlayan hastalar, çalışmaları bir ömür boyu sürdürme kararı alarak ve bir yaşam biçimi olarak uygulamaya devam ediyorlar.

Nefes teknikleri uygulayan hastalar üzerinde hangi değişikler gözleniyor?


Nefes tekniklerini düzenli olarak uygulayan hastalar son derece mutlu olduklarını ve streslerinin azaldıklarını ifade ediyorlar.

Nefes tekniklerinin normal nefes almadan farkı nedir?

Birçok hastalığın nedeni doğru nefes alamamaktır. Nefes teknikleri uygulamaları kişiye nefes ve kalp atışlarının denetimini, üzüntülü anda kalbi kontrol etmeyi ve stres yönetimini de öğretiyor. Nefes tekniklerinin içinde, sempatik ve para sempatik sinir sistemini aktive eden egzersizler vardır. Bu egzersizler kalp ve damar basıncı üzerinde tedavi edici olarak istenilen yönde etki edilmesini sağlar. Nefes teknikleri fizik hareketler içermediği ve kalp üzerinde zorlayıcı etki oluşturmadığından ameliyat sonrası hemen uygulanabiliyor. Diyafram kullanma ve ciğerlerin tümü ile nefes alma kazancı oluşturması sonucu olarak hastaya az sayıda fakat yeterli nefes alış olanağı sağlıyor. Bu kalp atış sayısı ve damar basıncını normal seviyede dengeleyen çalışmalar sandalyede oturarak veya yatakta uzanılarak gerçekleştirilebiliyor. Bir saatlik çalışmaların 45 dakikasını nefes teknikleri uygulamaları, 15 dakikasını da nefesle içe dönüş çalışmaları kapsamaktadır.


Nefes tekniklerinin kalp tedavisinde nasıl bir yeri vardır?

Nefes tekniklerinin tedavi etkisi, tamamlayıcı tıp kavramı içinde yer alıyor. Doktorlar hastayı iyileştirmek için elinden geleni yapıyor, onu belirli bir sağlık düzeyine kavuşturduktan sonra, eksik kalan psikolojik ve fizyolojik tarafını da nefes teknikleri uygulamaları tamamlıyor.

Kimlerin nefes teknikleri gereksinimi vardır?


Herkesin nefes tekniklerine ihtiyacı vardır. Tek ders yapan biri bile kendinde değişiklik hissediyor.
Nefes teknikleri, zamana meydan okuyarak yaşamın stres yükünü azaltan, kalbi açan, hayatı zenginleştiren, bilimsel olarak ta kanıtlanmış uygulamalarla kalp hastalarına yardımcı oluyor. Nefes teknikleri, kalp ameliyatı geçiren hastaların günlük yaşamlarına daha hızla dönmelerini, ameliyat sonrası yaşanma ihtimali fazla olan depresyon dönemini geçirmeden hayata devam etmelerini sağlıyor.

Nefes teknikleri Kalp ve damar sistemi üzerinde nasıl uygulanıyor?

Nefes teknikleri diyafram kullanımı öğrenimi ile ciğerlerinin nefes alma kapasitesi artırılıyor. Dört zamanlı nefes turları ile hastanın kalp ritmi ve damar basıncına etken olan nefes ritmi yeniden düzenleniyor. Otonom sinir sistemi üzerinde etki sağlanarak bütün beden üzerinde derin gevşeme sağlanıyor. Her türlü korku, endişe bazlı heyecan kontrol edilerek sağlıklı bir psikoloji elde ediliyor.

Kalp ve damar sistemi üzerine kurgulanmış özel nefes teknikleri vardır. Temel olarak kullanılan bazı teknikler kan basıncını düşürür, neşe ve yaşam sevincini yükseltir, stresi kontrol eder. Bu teknikler hastaların klinik durumları göz önüne alınarak yatarak ve oturarak uygulanabildiği gibi ayakta, yürürken veya basamak çıkarken uygulanmak üzerede düzenlenebilirler. Nefes teknikleri çalışılan ortamın bazı özellikleri bulundurmasına dikkat etmek gerekir. Yoğun nefes kullanımı oluşturulacağından ciğerlere çekilecek hava tozdan arındırılmış, oksijeni bol, ısısı ve nem oranı ciğerlere uygun olmalıdır. Egzersizler sessiz, sakin bir alanda, çeşitli uyaranlardan uzak yapılmalıdır. Nefes teknikleri her yaşta ve her sağlık koşulundaki insana tavsiye edilir. Hasta, kendisi için daha uygun egzersizleri seçmekte ve uygulamakta özgürdür. Çalışmanın ağır geldiği noktada, derin nefesler alarak gevşeme durumuna yönelir. Sıkışıklık veya yorgunluk geçtikten sonra çalışmaya devam edip etmeme kararını kendisi karar verir.

Nefes teknikleri öncelikle doğru nefes almayı öğretiyor

Tekniklerin en önemli bölümlerinden biri holotropik egzersizlerdir. Hastanın geçmişe bağlı duygu ve düşüncelerinden arındırılması ve hasta psikolojisinden çıkarılması için bilinçaltı kayıtlarındaki korku ve endişe bazlı travmaların salıverilmesi hastanın ruhsal sağlığı açısından çok önemlidir.

Hastaların birçoğu ameliyattan sonra doğru nefes alamıyor. Akciğer kapasitelerinin çok azını kullanabildikleri derinliği olmayan ve çok sayıda yüzeysel nefes alış verişleri yapıyorlar. Nefes teknikleri çalışmaları kalp hastalarının daha derin daha kaliteli nefes almalarını sağlamakla kalmayıp aynı zamanda nefeslerini kontrol ederek kalp hızlarını da yavaşlatmayı sağlıyor. Hastalar günlük yaşam içinde karşılaştıkları stres faktörleri ile nefes tekniklerini kullanarak başa çıkmayı öğreniyorlar.

Nefes programında ilk öğretilen diyafram kullanımı ve doğru nefes almaktır.

Doğru nefes aksi söyleninceye kadar burun deliklerinden alınıp verilir. Burun deliklerinden alınan nefesle hava çeşitli mikroplardan arınır, ısınır ve belirli bir formdan geçerek ciğerlere ulaşır. Bu sırada diyafram kası aşağı ve yukarı doğru hareket ederek ciğerlerin yeteri kadar oksijen almasını ve vücutta biriken karbondioksiti tümüyle atmasına yardımcı olur. Bu nefesin adı diyafram nefesidir. Bunun dışında dört bölümlü nefes, ters solunumu düzeltme, burun deliklerini değiştirerek solunum ve sayı sayarak solunum gibi çeşitli nefes egzersizleri uygulanır.

Doğru nefesi öğrendikten sonra sırada gevşemek mi var?

Derin gevşeme çalışmaları, nefes teknikleri programında hastaların beden farkındalıklarını artıran ve bedenin çeşitli bölgelerinde biriktirdikleri stresi atmaya yarayan bir çalışmadır. Çalışmaya ayak parmaklarından başlanır ve tek tek tüm organlar dolaşılarak onların tamamen gevşemesi sağlanır. Bu çalışmada hastalardan beklenen verilen komutları sırasıyla uygulamak ve dikkatin başka şeylere kaymasına engel olmaktır. Bu çalışma sırasında hasta, düşünceleri ile çatışmamalıdır. Önemli olan sessizlik, sakinlik ve huzur ortamı oluşturarak içte birliğin sağlanmasıdır.

Son aşama içe dönüş mü?


İçe dönüşte üç farklı evre vardır. İlk evre sessiz ve sakinliğin kazanımıyla gevşemenin sağlanmasıdır. Bu düşünceyi belirli bir noktada düzenli ve sabit tutmayı sağlar. Zihin bu dönemde bir miktar dışarıya odaklansa da kısa bir süre sonra bir buraya ve şimdide kalmaya başlar. İkinci evre zihnin uzunca bir süre herhangi bir dalgalanma olmadan içeriye odaklanmasıdır. Son bölüm ise düşüncenin bir bütün olmasını temin etmektir. Günlük yaşamın istek ve arzularından uzaklaşarak her basamakta belirli derecelerde huzur elde edilir. Bazen düşme bazen çıkmalarla geçen bir zaman diliminden sonra dengelenme sağlanır. Kişinin yeniden gençleşme isteğinin gücüne bağlı olarak bu döngüler kısalabilir veya uzayabilir. İçe dönme çalışmaları ile çemberin içine, yani sabitliğin olduğu merkeze doğru ilerlenir. Artık ne oluyorsa çevrede oluyor kişiyi direkt olarak etkilemiyordur. Sessiz ve sabit bir şekilde oturur, etrafta ki durumları ve yaşananları gözlemler. Arada ki mesafeyi koruyarak olaylara katılır. Her ne olursa olsun merkezde olduğu ve gözlem yaptığı bilinci her zaman vardır.

Hastaları kontrol altında tutuyor musunuz?

Nefes tekniklerinin kap ve damar sistemi için geliştirilmiş olan uygulamalarında hasta üzerinde hiçbir negatif sonucu olamayacağı sıkı bir gözetim ihtiyacı oluşmaz. İyileşmenin takibi açısından Nefes teknikleri programına başlayan hastalardan çeşitli kan tahlilleri alınır. Üç aylık süre sonunda tahliller tekrarlanır ve sonuçlar karşılaştırılır. Özellikle kan şekerlerinin daha kolay düzene girdiği, kan yağları seviyesinde düşme olduğu, kan basınçlarının daha az ilaçla kontrol altına alındığı, kalp ve damar basıncı ritim bozukluklarının ilaçları kesilebilecek kadar rahatladığını gösteriyor. Amaç nabzı yavaşlatmak, tansiyonun başlıca nedeni olan adrenalini düşürerek kontrol etmektir.

Kalp ve damar dolaşımı üzerine kurgulanmış nefes tekniklerini sadece ameliyat olan hastalar mı yapar?

Nefes teknikleri programı kalp ameliyatı geçiren kişilere olduğu kadar henüz ameliyat olmamış ancak kalp hastalığı tespit edilmiş kişilere de son derece faydalı bir programdır. Kalp hastalığı tanısı konan hastaların ameliyata gitme sürelerini uzatır, ameliyat sonrası iyileşmenin hızlanmasına yardımcı olur.

KAN DOLAŞIMI

Kalp ve buna bağlı damarlardan oluşan kalp damar sistemi, kan yolu ile vücuda gereksinimi olan oksijen ve besin maddelerini ulaştırmakla yükümlüdür.

Kan Dolaşımı

Kalbin sağ kısmı; sağ atrium, sağ ventrikül, pulmoner arter, vena kava superior ve vena kava inferiordan oluşmuştur. Bu kısım küçük dolaşımı (pulmoner dolaşım veya akciğer dolaşımı) sağlar (Şekilde mavi ile gösterilmiştir). Kalbin sol kısmı ise pulmoner venler (2’si sağ, 2’si sol tarafta, toplam 4 adet), sol atrium, sol ventrikül ve aorttan oluşur. Bu kısım ise büyük dolaşımdan (sistemik dolaşım) sorumludur (şekilde kırmızı ile gösterilmiştir).

Vücutta 2 çeşit dolaşımdan söz etmek mümkündür:

  • Küçük dolaşım:

Kanın akciğerler yolu ile oksijenlenmesini sağlar. Kalbin sağ tarafı bu işe adanmıştır. Organlar tarafından kullanılıp oksijenden fakirleşen kan (kirli kan! Aslında kirli değildir, nedense böyle bir yanlış ifade kullanılmıştır!) vena cava inferior ve vena cava superior denilen büyük toplardamarlar yolu ile sağ atriuma gelir. Buradan triküspit kapak ile sağ ventriküle geçer. Sağ ventrikül kasılarak gelen bu kanı pulmoner artere (akciğer atardamarı) atar ve bu damar ile kanın akciğerde oksijenlenmesi sağlanır.

  • Büyük dolaşım

Büyük dolaşım ise akciğerde oksijenden zengin hale gelen kanı organların kullanması için vücuda gönderen sistemdir. Kalbin sol tarafı bu işten sorumludur. Oksijenden zenginleşen kan (temiz kan! Bu da nedense yanlış adlandırılmıştır!) akciğerden dönen pulmoner venler (akciğer toplardamarları) yolu ile sol atriuma ve buradan da mitral kapaktan geçerek sol ventriküle gelir. Sol ventrikül ise kendisine gelen bu kanı aort damarı ile vücuda gönderir. Aort, kalpten çıkan en büyük atardamardır. Aort kalpten çıktıktan sonra kalp dahil çeşitli organlarımıza ve dokularımıza beslenmeleri ve oksijenlenmeleri için dallar vererek karnın alt taraflarına kadar devam eder.

Kanın bu şekilde kalbin içinde dolaşması kalbin belli bir düzende kasılması ile mümkün olur. Önce atriumlar kasılarak içindeki kanı ventriküllere boşaltır, sonra ventriküller kasılarak içindeki kanı aort ve pulmoner artere gönderir. Kalbin bu şekilde mükemmel bir zamanlama ile belli bir düzen içinde kasılması kalbin iletim sistemi ile mümkündür. Kanın kalp içinde devamlı ileriye doğru akışı, geriye kaçmaması ise atrium ve ventriküllerin arasındaki kapaklarla, aort ve pulmoner arter başlangıçlarındaki kapaklar aracılığı ile olur

PANİK ATAK

Panik atakları insanların % 3-6’sında görülürken batılı kaynaklarda panik bozukluğunun görülme sıklığı % 1-3 olarak belirtilmektedir. Türkiye Ruh Sağlığı Profili Raporunda 12 aylık dönem esas alınarak yapılan sıklık tespitinde, panik bozukluğu ve/veya agorafobi sıklığı toplam % 1 olarak bulunmuştur; bunların hekime başvurma oranı % 34.5 olup, diğer tüm psikiyatrik hastalıklardan daha yüksektir. Panik ataklarının şiddetli ve korkutucu fiziksel semptomlarla seyretmesi hekime sık başvurmada en önemli etken gibi gözükmektedir.

Panik atak hastaları sıklıkla kalp hastası olduğunu veya kalp krizi geçirdiğini düşünerek hekime ve acil servislere giderler. Hasta, ani bir “nöbet” tanımlar. Kimi zaman bu nöbet hastaları uykularından kaldırabilir. Şikayetler başladıktan sonraki ilk 10 dakikada maksimum şiddete ulaşır; dakikalar içinde geçer, bir saatten uzun sürme olasılığı çok azdır. Nöbet esnasında hasta tipik olarak “panik” içindedir.

Acil görünümlü ya da acile başvuracak şiddette bir “nöbet” geçirdiğini ifade eden bir hastada, aşağıdaki şikayetlerden en az dördü nöbet esnasında mevcut ise, panik atağı düşünülür;

  1. Çarpıntı, kalp atımlarını hissetme,

  2. Terleme,

  3. Titreme,

  4. Nefes darlığı, boğulacağım hissi,

  5. Göğüs ağrısı, göğüste sıkışma hissi,

  6. Bulantı, karın ağrısı,

  7. Baş dönmesi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi hissetme,

  8. Derealizasyon (çevrenin yabancı gerçekdışı olduğu hissi),

  9. Depersonalizasyon (vücuduna yabancı, dışında imiş gibi hissetme),

  10. “Çıldıracağım” korkusu,

  11. Ölüm korkusu,

  12. Vücudun çeşitli yerlerinde uyuşma ve karıncalanma,

  13. Üşüme, ateş basması.

The Scream -Edvard Munch

Panik atağı tetikleyen durumlar;

  • Kapalı yerler (tünel, asansör, vb),

  • Kalabalık yerler (alışveriş merkezleri, toplu taşım istasyonları, eğlence merkezleri vb),

  • Toplum önünde zor bir görev yapma,

  • Yeni veya tanıdık olmayan insanlarla yapılan toplantılar veya sosyal olaylar,

  • Açık alanlar (köprü üzerinden geçme, yüksek binalar vb),

  • Organik hastalıklar; ritim bozuklukları (aritmiler), kalp krizi (myokart infarktüsü), beyinin kansız kalması (serebral iskemi), tiroid bezinin fazla çalışması (tirotoksikoz), astım vb,

  • Bazı ilaçların yan etkisi olarak,

  • Depresyon, fobiler dahil pek çok psikiyatrik hastalık esnasında,

Panik bozukluğunun temel özelliği, çoğu kez nedensiz başlayan panik ataklarıdır. Hasta, aniden, örneğin otobüste ya da uykusunda, yukarıda sayılan pek çok şikayeti yaşar. Şikayetler, müdahaleyle ya da müdahalesiz kısa sürede geçer. Atak şiddetli ve korkunç bir deneyim olarak hatırlanır ve bireyde “ya tekrarlarsa” kaygısını ortaya çıkarır. Hasta, yaşantısını bu kaygı çerçevesinde planlamaya çalışır. Agorafobi (kapalı yer korkusu) şikayetleri de tabloya eklenirse, kişi, atak geldiğinde yalnız ya da kaçamayacağı ortamlara girmeme; tek başına sokağa çıkmama ya da evde tek başına kalamama; camide ya da sinemada çabuk çıkabileceği yerleri tercih etme gibi günlük yaşantısını ve işlevselliğini belirgin olarak kısıtlayan davranış bozuklukları gösterir.

Bu hastalar semptomlarının şiddeti nedeniyle sıklıkla hekime başvurmalarına rağmen, çoğu kez, özellikle de atak esnasında rastlanabilen kalbin hızlı çalışması (taşikardi), tansiyon yükselmesi gibi bulgular yüzünde panik bozukluğu tanısı atlanabilir. Aslında bu hastaların şikayetlerinin “psikiyatrik” olduğuna ikna edilmeleri de güçtür.

Hastalık; göğüs ağrısı, çarpıntı vb. gibi belirtilerle seyretmesine rağmen hastalığın özünde hastanın tarif ettiği yoğun sıkıntı yer almaktadır. Sıkıntı tedavi edildiğinde diğer belirtilerde yatışacaktır.

Hastaların yaşadığı “nöbet” korku ile benzerlik göstermekte ve hastalık beyindeki korku ile ilgili merkezleri, korkacak bir şey yokken kendi kendine çalışmaya başlatmakta ve şikayetler böylece ortaya çıkmaktadır. Tekrar nöbet gelirse kaygısı ile ortaya çıkan sokağa tek başına çıkmama gibi davranışlar aslında kaygıyı artırmaktan ve kuvvetlendirmekten başka bir işe yaramazlar.

Panik bozukluğu, çoğu kez, depresyon, diğer anksiyete bozuklukları, kişilik bozuklukları ve alkol ve madde bağımlılığı ile birliktelik gösterebilir.


Atak esnasında hastanın yapması gerekenler;

  • Olduğu yerde kalmalı ve toplamı en fazla bir saat süren atağın geçmesini beklemelidir.

  • Dikkatini bulunduğu ortamdaki eşyalara vb ve sıkıntıyı kontrole yöneltmeli; fiziksel belirtilerinden uzaklaştırmaya çalışmalıdır.

  • Kendisine, “bu kalp krizi değil; panik atağı. Korku merkezim kendiliğinden çalışmaya başladı; yakında geçer; daha önce de geçti” gibi telkinlerde bulunmalıdır.

  • Aşırı derin nefes alma (hiperventilasyon) panik şikayetlerini arttırır; bu şikayeti olan hastadan “nöbet” geçene kadar bir torbaya soluması istenmelidir.

  • Her atak başında saate bakması ve sonlandığında ise ne kadar sürdüğünü bir yere kaydetmesi istenmelidir; saatler gibi gelen atak süresinin yalnızca dakikalar olduğunu görme sonraki ataklarda hastanın direncini arttıracaktır.

  • Sigara yakma, alkol alma gibi önlemlerin atağın geçmesini sağlayamayacağı gibi şiddetlendirebilecektir.

İlaç tedavisi atak sıklığı fazla olan, işlevsel kaybı yüksek olan, birlikte diğer başka bozukluklar da bulunan hastalarda düşünülür.

Bu amaçla kullanılan; benzodiyazepin’lerden Alprazolam (Xanax 0.5 ve 1 mg), SSRI’lardan Paroksetin (Seroxat veya Paxil 20 mg), Sertralin (Lustral 50 mg) geniş vaka serili araştırmalarda etkinliği kanıtlanmış olan ilaçlardır.

Bu ilaçlar bazı olgularda, tedavinin özellikle ilk haftalarında sıkıntıyı (anksiyete) arttırabilir. Bundan dolayı yarım tabletle tedaviye başlanması, yetersiz kalırsa ve tolere edilmiş ise 1-2 hafta sonra dozun tam tablete çıkılması önerilir. Olguların büyük çoğunluğunda, kısa sürede yeterli yanıt alınır.

İlaç tedavisi şikayetler kontrol altına alındıktan sonra 8-12 ay devam ettirilmelidir. Panik bozukluğunun % 30-90’ı ilaç tedavisi sonlandırıldığında nüks etmektedir. Tedavisi kesilecek hastalar yüksek nüks olasılığı hakkında uyarılmalıdır.

KALP KRİZİNİ ÖNLEMEK

Kalp krizini önlemek için;

  • Kan basıncınızı kontrol edin1,
  • Toplam kolesterol seviyelerinizi kontrol edin2. Kolesterol kontrolüne yardımcı olmak için doktorunuz statin grubundan ilaçlar3 yazabilir,
  • Eğer içiyorsanız sigara içmeyi bırakın,4
  • Meyve ve sebze bakımından zengin, az hayvansal yağ içeren diyetler uygulayın,5
  • Şeker hastalığınız varsa mutlaka kontrol altında tutun,
  • Fazla kiloluysanız kilo verin,
  • Kalp sağlığınızı korumak için her gün ya da haftada birkaç kere yürüyerek ya da diğer egzersizlerle vücudunuzu çalıştırın6 (Fakat önce kalp hastalıkları uzmanınıza danışın.),
  • Stresten uzak durun7 gerekirse bunun için profesyonel yardım alın (yoga, meditasyon, psikiyatrist vb),
  • Eğer kalp krizi için bir ya da daha fazla risk faktörü taşıyorsanız kalp krizini engellemeye yardımcı olması için aspirin8 alıp almamanız konusunda doktorunuza danışın.

KALP KRİZİ BELİRTİLERİ

Kalp krizinde şikayetin esasını göğüs ağrısı oluşturur:

  • Göğüs ağrısı:1

Göğüs kemiğinin arkasındaki göğüs ağrısı kalp krizinin en önemli belirtisidir; fakat, özellikle diyabet hastalarında ve yaşlılarda, bu ağrı çok belirsiz olabilir yada hiç hissedilmeyebilir (sessiz kalp krizi). Ağrı sıklıkla göğüsten omuz yada kollara, ense, dişler, çene, karın veya sırta doğru yayılır. Bazen ağrı sadece bu bölgelerden birinde hissedilir.

Kalp krizi ağrısının tipik olarak hissedildiği bölgeler kırmızı ile gösterilmiştir. Ancak tipik olmayan kalp krizi ağrıları bu bölgelerin dışında da hissedilebilir.

Ağrının özellikleri:

  • Ağrı 20 dakikadan fazla genellikle saatlerce sürer ve genelde dinlenme yada nitrogliserinle geçmez,

  • Ağrı, şiddetli ve künt vasıftadır. Fakat keskin veya belirsiz olabilir,

  • Ağrı, sıkıştıran, ağırlık, baskı yapıcı tarzda olabilir,

  • Göğüste daralma hissi uyandırabilir,

  • “Göğüsde fil oturuyormuş” gibi veya

  • Hazımsızlık olarak da hissedilebilir. Beraberinde sıklıkla soğuk terleme ve ölüm korkusu da vardır.

Kendi başına yada göğüsteki ağrıyla birlikte hissedilebilen diğer belirtiler şunlardır:

  • Nefes darlığı
  • Öksürük
  • Baş dönmesi ve sersemleme
  • Bayılma
  • Mide bulantısı ve kusma
  • “Kıyametin geldiği” hissi
  • Sıkıntı.

EGZERSİZ-KALP HASTALARI İÇİN ÖNERİLER

  • Kalp damar hastaları her türlü aerobik egzersizi yapabilirler. Yapabileceğiniz egzersiz türleri ve süreleri konusunda doktorunuz size yardımcı olacaktır.
  • Düzenli egzersiz programlarına devam ederken ilaçlarınızda oluşabilecek değişikliklerden doktorunuzu haberdar ediniz. Yeni ilaçlar egzersiz programınızı etkileyebilir. Özellikle beta bloker grubu ilaçlar (tensinor, beloc, lopresor, prent, nortan, concor vs.) kalp hızını yavaşlattığından dolayı hedef kalp hızına ulaşmanız zordur, bu durumlarda egzersiz sırasında rahat konuşabilir durumda olmak egzersizin temposu açısından yeterlidir.
  • Eğer kendinizi aşırı yorgun hissediyorsanız bir önce yaptığınız egzersizden daha hafif olanını yapın.
  • Ağır objeleri kaldırmaktan, ittirmekten kaçının. Çok yorulmadan küreme, çim biçme, tırmıklama gibi gündelik ev işlerini yapabilirsiniz.
  • Egzersizden hemen sonra yatak istirahatinden kaçının. Bu egzersiz toleransını azaltır. Eğer çok yorgun veya kendinizi sıkıntılı hissederseniz koltukta dinlenebilirsiniz.
  • Çok soğuk, çok sıcak ve aşırı nemli havalarda egzersizden kaçının.
  • Egzersizden hemen sonra çok sıcak, çok soğuk duştan ve saunadan kaçının.
  • Egzersiz sırasında nefes darlığı, çarpıntı, baş dönmesi, göz kararması veya göğüs ağrısı hissederseniz egzersize devam etmeyin ve doktorunuza haber verin.
  • KALP İÇİN EGZERSİZLER

    KALP İÇİN EGZERSİZLER

    Günlük yaşamında, teknolojik gelişmelerin sağladığı olanaklardan (otomobil, asansör, yürüyen merdiven vs) yararlanan günümüz insanı yürümeyi neredeyse unutmuş gibidir. Halbuki kalp sağlığı için, düzenli yürüyüş programları vazgeçilmez bir uygulamadır.

    Düzenli egzersizin yararları :

    • Kalp ve akciğer fonksiyonlarını artırır. Alınan oksijen miktarını artırarak kalbin daha verimli çalışmasına olanak sağlar.
  • " Hareketsiz yaşam ", kalp hastalığı oluşmasında bir risk faktörüdür. Kötü beslenme de buna eklenince bir başka risk faktörü olan "aşırı kilo" ortaya çıkar. Aşırı kilo almamak için öncelikle beslenmeye özen göstermeli ve düzenli yürüyüş programları uygulanmalıdır.
  • Beslenmenin de düzenlenmesi ile birlikte Total kolesterol ve LDL(zararlı kolesterol) seviyelerinin azalmasına; HDL(yararlı kolesterol) seviyesinin artmasına neden olur.
  • Günlük yaşantının yarattığı gerilimi azaltarak risk faktörlerinden "Stres" i de önler.
  • İstirahat halindeki kan basıncını düşürür. Nabız sayısı azalır. Ancak kalbin kan atım hacmı arttığı için kalbin verimi artar.
  • Kalp hastalarının hastalıkları nedeniyle kısıtlanan efor kapasitesi düzelir, en azından daha geriye gitmesi önlenir. Egzersiz yapan hastaların hareketle yorulma ve nefes darlığı gibi sıkıntıları giderek azalır. Egzersis ile, bacak kaslarındaki damarlarda genişleme olması ve kasların oksijen kullanımının artması, kişinin yaşam kalitesini artırmaktadır. Yürüyüş yapan hastalarda, kalp yetmezliğinde seviyesi artmış olan katekolamin benzeri maddelerin seviyeleri düşmektedir. Kalp yetmezliği ile katekolamin benzeri maddelerin kan seviyesi arasında kısır döngü ilişkisi vardır. Kalp yetmezliği arttıkça katekolamin seviyesi artmakta, artmış katekolamin seviyesi kalbi kötü yönde etkilemektedir. Egzersiz bu kısır döngüyü bozarak kalbin rahatlamasını, dolayısıyla kalp yetmezliği bulgularının düzelmesini sağlar.
  • Kurallar nelerdir ?

    • Gerek sağlıklı kişiler, gerekse herhangibir hastalığı olanlar, egzersiz uygulamalarına başlama kararı almadan önce doktorlarına danışmalıdırlar.
  • Egzersizde yaş önemli değildir. Her yaşta yapılabilir. Ancak çocukluk yaşlarından beri düzenli egzersiz yapanlar kalp sağlığı açısından daha şanslı kişilerdir.
  • Egzersiz, hafif bir yemeği takiben 1 - 2 saat sonra yapılmalıdır. Açık havada egzersiz yapılıyorsa aşırı soğuk ve sıcak havalarda yapılmamalıdır(-100 ve + 300C derece).
  • Yarar sağlamak için önemli olan, düzenli yapılmasıdır. Sağlıklı kişilerde, kalp ve akciğer sağlığı için yürüyüş ile kalbin hızı "hedef nabız sayısı" na ulaşmalıdır. Öncelikle maksimal kalp hızı bulunur. Maksimal kalp hızı 220 sabit sayısından kişinin yaşı çıkartılarak hesaplanır. Hedef nabız sayısı, maksimal kalp hızının % 50-75 i kadar olmalıdır. Nabız saymak için boynun her iki tarafındaki atardamarlardan (Şah damarı , Karotid arter) birine işaret ve orta parmaklarınızla hafifçe bastırmanız, 10 saniye sayarak bu rakamı 6 ile çarpmanız gerekir. Egzersizi yürüme bandında yapıyorsanız, bu aygıtlarla beraber satılan parmak ucuna veya bileğe takılan saat şeklindeki nabız ölçerler nabız sayısının sürekli olarak izlenmesini sağlar. Kalp hastalarında hedef nabız sayısı stres testi ile hesaplanmalıdır.
  • Hedef nabız sayısına ulaşmak için egzersiz programının başlangıcında kişiler kendini fazla yormamalıdır. Sabırlı ve zaman içinde ilerleme en sağlıklı olanıdır. 6 ay sonunda bu hedefe ulaşmak uygun bir gelişmedir.
  • Her seans, 5 dakika basit ısınma hareketleri ile başlamalı, egzersiz sonunda 5 dakika süren gevşeme hareketleri ile seans bitirilmelidir.
  • Kalp hastaları, düz yolda, imkanı olanlar yürüme bandında hızı ve süreyi izleyerek, gücünün elverdiği ölçüde, bir rahatsızlık hissettiğinde yürümeyi kesmek ve kesinlikle kendisiyle yarışmamak koşuluyla yürümelidir.
  • Haftada en az 5 gün ve günde 35 - 60 dakika süreyle egzersiz yapılmalıdır.
  • BEYNİMİZ HAKKINDA ŞAŞIRTICI ON GERÇEK

    Beyniniz hakkında 10 şaşırtıcı gerçek
    İngiliz bilim insanları Sandra Aamodt ve Sam Wang, yeni çıkan "Welcome to Your Brain (Beyninize Hoşgeldiniz)" adlı kitapta beyin ve sinir sistemine yönelik gözden kaçırdığınız, bilmediğiniz ayrıntıları sıraladı. İşte bu ayrıntılardan bazıları...

    Beynin farklı noktaları ayrı faaliyetler için kullanılıyor. (Grafik: New York Times)
    1. Beyniniz, buzdolabınızın ampulünden daha az enerji tüketir

    Beyin 12 watt gücünde enerji kullanır ki büyük boy iki muzdan elde edilecek enerjiye eşittir. Vücut ağırlığının sadece %3’ünü oluşturmasına karşın beyin bütün enerjisinin yüzde17’sini tüketir. Bu enerjinin büyük kısmı ise beynin bakım ve destek faaliyetlerine gider. Dikkatli ve yoğun düşünme esnasında harcadığınız enerji o kadar küçüktür ki fark edilmez bile.

    2. Sık yaşanan jet-lag hafızaya zarar verebilir

    Jet-lag sadece sinir bozucu olmakla kalmaz, eğer sık aralıklarla tekrarlanırsa beyin sağlığınıza zararlıdır. Sıklıkla kıtalararası uçuş yapan insanlar beyin hasarı veya hafıza zayıflığı yaşayabilirler. Muhtemelen bunun sebebi jet-lag sırasında çok fazla stres hormonu salgılanması ve bu hormonların beyin lobuna ve hafızaya zarar vermesidir.

    Vardiya usulü çalışan insanlarda da benzer bir risk söz konusu olabilir. Çalışma saatlerinde sıklıkla meydana gelen değişiklikler, tıpkı sık yapılan uçak yolculukları gibi, strese neden olmakta bu da vücut ve beyin üzerinde hasar yaratmaktadır.

    3. Gürültülü bir odada niçin telefon konuşması yapmak zordur?

    Gürültülü yerlerde cep telefonuyla konuşmak zordur. Cep telefonunuz içinde bulunduğunuz odanın sesleriyle hattın diğer ucundan gelen sesleri karıştırmak suretiyle beyninizin işini zorlaştırmaktadır. Bu durumda beyniniz telefondaki arkadaşınızın sesiyle odadaki diğer sesleri ayırt etmekte zorlanmaktadır. Telefonunuzun mikrofonunu elinizle kapattığınız anda aslında içinde bulunduğunuz odadaki seslerin telefona girmesine engel olduğunuz için ses karışımına engel olmakta ve beyninizin işini kolaylaştırmaktasınız.

    4. Video oyunları, aynı anda birden fazla işi yapabilmenize yardımcı olabilir

    Dikkatinizi aynı anda birden fazla şeye yöneltebilme yeteneği pratik yaparak artırılabilmektedir. Bu konuda yapabileceğiniz pratik ise, pek çok hedefe ateş etmek zorunda kaldığınız bir video oyunu olabilir. Bu tür oyunlar dikkatinizi ekrandaki her alana yaymanızı gerektireceği için olayları çabuk kavrama ve çabuk reaksiyon verme konusunda egzersiz yerine geçebilir.

    Tetris oynamak aynı etkiyi yapmaz çünkü tetris oynarken birden fazla noktaya aynı anda dikkatini yöneltmek yerine sadece bir tek parçaya odaklanmış oluyorsunuz. Ama bu şekilde bir düşünce tarzıyla çocuklara iyi bir örnek olmadığınızı da bilmelisiniz.

    5. Beynin bir şaka merkezi vardır

    Mizah denen şeyi tanımlamak zordur ama onu gördüğümüzde hemen tanırız. Mizahın tarifini yapmaya çalışan bir teoriye göre, mizah kendi içinde bir sürpriz unsuru içermelidir –bir sonraki cümlede ne olacağını bildiğimizi sandığımız halde esprinin kendisi bizi başka bir noktaya götürmelidir- sonra da vardığımız bu yeni noktayı önceden tahmin ettiğimiz noktayla karşılaştırarak yeni bir perspektif elde ederiz. Mizahın beynimizde algılanma şekli aşağı yukarı böyledir.

    Fıkra anlatmanın ya da espri yapmanın bulmaca çözmekten farkı ise, günlük yaşamda her gün rastlamayacağımız türden ama kendi içinde tutarlı bir hikâyenin bulunmasıdır. Beyinlerinin ön lobu (bilhassa sağ lobu) hasar görmüş bazı hastalar, yapılan esprileri anlayamamaktadır. Genelde bunun nedeni, fıkra ya da espriye konu olan imajları yeni bir perspektifle değerlendirme aşamasında beynin normal fonksiyonlarını yerine getirememesidir. Bu türden insanlar, anlatılan bir fıkradaki hikâyeyi takip edebilir ama fıkranın sonunu nasıl bağlarsanız bağlayın asla komik bulmazlar.

    6. O şarkıyı bir türü hatırlayamıyorsanız sebebi var

    Bazen bir şarkı veya şarkının bir bölümü aklınıza takılır kalır, bir türlü hangi şarkı olduğunu hatırlayamazsınız. Çok sinir bozucudur gerçekten. Ama beynin ‘sıralı hatırlama’ ilkesi, hafızamızın işleyişi açısından özel ve kullanışlı bir göreve sahiptir. Her şeyi olay akışının sırası içinde hatırlamamız gerekir.

    Herhangi bir kâğıda adınızı yazarken, sabahları çay demlerken veya akşam evinize dönerken hangi sokaklardan ve kapılardan geçeceğinize karar verirken bile beyniniz bu kurala göre çalışmaktadır.

    Bu ‘sıralı hatırlama’ fonksiyonu sayesinde günlük işlerimizi sürdürebiliyoruz. Bir şarkının veya bir film repliğinin sadece bir parçasını düşündüğünüzde, beyniniz –anılarınızın arasında- bu bilgi parçacığını eşleştireceği bir olay dizini aramaktadır. Büyük ihtimalle beyniniz en sonunda bu parçacığı bulacak ve siz aklınıza takılan o şarkıyı hatırlayacaksınız. Ama eğer ‘aklınıza takılıp kalmış olması’ sizi rahatsız ediyorsa ve o anlık takıntıdan kurtulmak istiyorsanız, beyninize uğraşması için başka bir ‘sıra’ verin. Söz gelişi başka bir şarkıyı düşünün veya söylemeye çalışın. Muhtemelen beyniniz ‘dağınık hafıza kalabalığı’ içinde sizin yönlendirmenizle biraz daha kısa sürede sonuca ulaşacaktır. Umarız bu yöntemi denerken başka bir can sıkıcı şarkıya takılıp kalmazsınız.

    7. Güneş ışığı hapşırmanıza neden olur

    Parlak güneş ışığına bakan pek çok kişi hapşırır. Niçin böyle bir refleks vardır ve nasıl çalışır? Hapşırmanın temel fonksiyonu bellidir: sizin nefes yollarınızı rahatsız eden madde veya parçacıkların dışarı atılması. Hapşırmayı kontrol eden merkez beynin lateral medulla denilen bölgesindedir. Bu bölgenin hasar görmesi halinde hapşırabilme yeteneğimizi kaybederiz.

    Hapşırma genellikle ‘rahatsız edici’ bir unsurun uyarısıyla tetiklenir. Bu uyarının beyinde ulaşacağı nokta ‘lateral medulla’dır. Bu bilgi beyne burnumuzdaki çeşitli sinirler vasıtasıyla iletilir. Bu sinirlerden biri de trigeminal sinirdir ve çok yoğun çalışan bir trafiğe aracılık etmektedir. Normalde parlak güneş ışığının yalnızca göz bebeklerinin küçülmesini tetiklemesi gerekirken burun kaşındırıcı impulsları ileten komşu bölgelerdeki nöronlar da aynı şekilde etkilenebilmekte. Gözbebeklerinin küçültülmesi sinyali bu nedenle bazen hapşırmaya neden oluyor.

    8. Kendinizi gıdıklayamazsınız

    Gıdıklanma konusunda duyarlı hastaları muayene ederken doktorlar hastanın elini kendi elleri üzerine yerleştirerek gıdıklanma hissine engel olurlar. Bu nasıl olmaktadır? Çünkü gıdıklanmaya ne kadar duyarlı olursanız olun, kendinizi gıdıklayamazsınız.

    Bunun nedeni beynimizin etrafımızda olan bitenleri takip ederken pek çok hissimiz arasında en önemli olanları hissetmeye programlanmış olmasıdır. Mesela oturduğunuz sandalyeyi veya ayağımıza giydiğimiz çorabı –özellikle onları düşünmediğimiz sürece- hissetmeyiz ama omzumuza dokunan bir el hemen bizi irkiltecektir.

    Beynin bu ‘hisleri ayırt etme’ fonksiyonunu sürdürebilmesi için bizim temasımızı başkalarının temasından ayırt etmeye yarayan bir sinyal üretmesi gerekmektedir. Bu fonksiyonu gerçekleştiren ise beyinciktir. Yaklaşık 110 gram ağırlığındaki bu organ, kendi eylemlerimizin yaratacağı hisleri tayin eden yerdir. Beklenen veya beklenmeyen reaksiyonları ayırt etme işi beyinciğe aittir.

    Beyincikten gelen sinyallere göre, beyin bu hissin önemli olup olmadığına karar verir. Gıdıklanma hissi abartılmış bir refleks olmakla birlikte, eğer size dokunan gene size ait bir organsa, beyin bu gıdıklanmanıza değil, dokunduğunuz organdan (mesela elinizden) gelen hislere öncelik verecektir.

    9. Esnemek beyni uyandırır

    Esneme aktivitesini uyku hali veya sıkılmış olmakla ilişkilendirmemize rağmen esnemenin fonksiyonu uyandırmaktır. Esneme, daha fazla miktarda havanın ciğerlerimize dolmasına neden olacak şekilde kas gruplarını çalıştırır ve kanımızdaki oksijen oranını hızla yükselterek bizi uyandırır. Memeli hayvanlar ve kuşlarda da esneme vardır. 12 haftalık olmuş fetuslarda esneme olduğu gözlenmiştir.

    Esnemenin, vücut tarafından tam uyanıklığa erişmek amacıyla başlatılan bir hareket olduğunu düşünün. Ve esnemek bulaşıcıdır. Odada bir kişi esnerse diğerleri de esnemeye başlar. Bunun nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, topluluk içinde birisi ‘uyanıklığa ihtiyaç duymuşsa’ herkesin ‘uyanık olması’ gerektiği şeklinde toplumsal bir içgüdüden kaynaklanıyor olabilir. Köpeklerin esnemesi, stresli bir durumda ‘rahatlatıcı’ etki yaratmaktadır. Köpekler esneyerek etrafındakileri ‘sakinleştir’. Huzursuzluk eden köpeğinizin karşısında esneyerek onu sakinleştirebilirsiniz.

    10. İrtifa arttıkça beyin garip resimler görür

    Pek çok dinin hikâyelerinde yüksek yerlerde görülen özel görüntüler anlatılır. Mesela Hz.Musa Sina Dağı’nda ‘yanan bir çalı’ görmüştü. Hz. Muhammed ise Hira Dağı’nda Cebrail’i gördü. Genelde anlatılan ruhsal deneyimlerde yabancı bir varlığın hissedilmesi (sesinin duyulması) bir şekil görme veya çeşitli ışık demetleri ve huzmeleri görüldüğü ve korku duyulduğu ortak olarak belirtilmiştir.

    Buna benzer olgulara dağcılarda da rastlanır ki bunların pek çoğunun mistik kişiler olmadığını biliyoruz. Bunun nedeni genelde yerden yükseldikçe havadaki oksijen oranının düşmesi ve beyne daha az oksijen gitmesidir. 2 bin 400 metre yükseklik bu durumda bir sınır değer olarak kabul edilmektedir. Bu yükseklikten daha yukarı tırmanan dağcılar görünmeyen bir takım varlıkları hissettiklerini, kimisi ise yanlarındaki arkadaşlarının vücudundan ışık yayıldığını ve bazen sebepsiz yere korkuya kapıldıklarını bildirmişlerdir. Oksijen seviyesindeki düşmenin, beynin görsel ve duygusal sinyalleri kontrol eden bölümlerinde yavaşlama veya bozulmaya neden olduğu düşünülmektedir.

    Bu bilgileri bir yere not etmenizde fayda var. Çok akıllı olduğunu iddia eden bir arkadaşınızı kızdırmak istediğinizde ona ‘beynini ne kadar tanıdığını’ sormak isteyebilirsiniz belki.

    KALP DAMAR SAĞLIĞI İÇİN EGZERSİZ

    EGZERSİZİN FAYDALARI:
    Egzersiz sadece kalp hastalıklarında yararlı değildir.Sağlıklı kas, kemik ve eklemler için, kolon kanserinden korunmak için, depresyon ve anksiyete gibi pisikolojik hastalıkların önlenmesinde, inmelerin önlenmesinde de faydalıdır.
    Neden Egzersiz Yapmak Gerekli
    Hareketsiz bir yaşam tarzı koroner kalp hastalığı oluşumunda önemli bir etkendir. Ilımlı egzersizler; örneğin günde yarım saat kadar yürüyüş yapmak kalp-damar hastalıklarının önlenmesinde etkili olmaktadır.

    Egzersiz kan lipid seviyesinin düzenlenmesi, şeker hastalığı ve şişmanlık sorunlarının giderilmesinde önemli rol oynamaktadır.Aerobik egzersizler kan basıncını düşürmektedir. Araştırmalar kalp krizi geçirdikten sonra düzenli olarak egzersize başlayan kişilerde hayatta kalma oranlarının arttığını göstermiştir.

    Haftada 3-4 gün, 30-60 dakika süreyle maksimum kalp atım hızınızın % 50-75 i ile yapılacak egzersiz kalp- damar ve akciğer sağlığı açısından yararlı olacaktır.

    Koroner kalp hastalığındaki risk faktörleri hatırlayacak olursak:

    Hipertansiyon:
    Yüksek kan basıncının düşürülmesinde yürüyüş, bisiklet, bahçe işleri ile uğraşmak gibi fiziksel aktiviteler oldukça etkilidir. Artık hareketsiz yaşam tarzınızı değiştirin ve asansör yerine merdivenleri kullanın, otobüsten birkaç durak önce inin, arabanızı iş yerinizin biraz uzağına park edin.

    Sigara tiryakiliği :
    Düzenli olarak yapılan egzersiz sigarayı bırakmanıza yardımcı olacaktır.

    Şeker hastalığı:
    İdeal kilosunda olan kişilerde diabet gelişme olasılığı azalmaktadır. Ayrıca egzersiz diabetik kişilerde insülin gereksinimini de azaltmaktadır.

    Aşırı şişmanlık:
    Egzersiz aşırı kilolardan kurtulmak için en ideal yöntemlerden biridir.

    HDL ( iyi kolesterol ) oranındaki düşüklük:
    40 mg/dl altındaki HDL seviyeleri koroner arter hastalığı için risk faktörüdür. Araştırmalar düzenli olarak yapılan egzersizin HDL kolesterol seviyelerini yükselttiğini böylece koroner arter hastalığı riskini azalttığını göstermiştir.

    NEFES EGZERSİZİ:
    Nefes alma egzersizleri, unuttuğumuz bir yöntemdir. Nefes almak; hayatın kaynağı olmasına rağmen nefes alma yöntemlerini hep ihmal etmişizdir. Tüm doğu geleneklerinde nefes alma egzersizleri vardır. Her sabah kalkınca pencereyi açın, önüne geçin. Sıkıca giyinin ve yavaşça burnunuzdan derin derin nefes alın. Nefes alma süresini içinizden 6'ya kadar sayarak uzatın. Kendinizi yormayın, biraz nefesinizi içinizde tuttuktan sonra, 4'e kadar sayarak nefesi ağzınızdan verin. Bu egzersizi 5 defa yapın bir ara verin, 5 defa yapıp yine bir ara verin ve bu egzersizi 15 kere tekrar edip, bitirin.
    EGZERSİZİN FAYDASI:
    spor yapmak; karbonhidrat metabolizmasını çalıştırarak, insülin direncini azaltır. Bu durumda şeker yakılır ve vücutta çok iyi enerji depolanır. Vücudunuz endorfin salgılamaya başlar. Endorfin insanoğlunun içsel morfinidir, ağrılarımızı azaltırken mutluluk hissini artırır.
    UZUN EGZERSİZ YAPMAK:
    Haftada iki kez yapılacak uzun egzersiz; her biri bir ile bir buçuk saatten yapılacak egzersizler anlamına gelir. Uzun egzersizleri, iki şekilde düşünmek gerekiyor. Birincisi kasların gücünü ve hacmini artırmaya yönelik egzersizler. İkincisi de kasların direncini ve kalp-damar sistemimizin dayanıklılığını artırmaya yönelik egzersizlerdir.
    KALP DAMAR SAĞLIĞI İÇİN:
    Yürümek; kalp-damar sisteminin sağlığını korumak için önerilen egzersizdir. Bu egzersizin düzeyi ise; en az haftanın dört günü, en az yarım saat ve en az 6 kilometre/saat hızla yapılan yürüyüşler olarak düşünülebilir.
    KÜÇÜK EGZERSİZLER:
    Spor dendiği zaman insanların aklına bir sürü para verip, bir spor salonuna yazılmak ve orada spor yapmak geliyor. Buna karşılık 100 metre ilerideki bir mağazaya arabayla gidilip, bir kat için asansöre biniliyor. İşte bu durum, günümüz insanının en büyük açmazı... Aslında egzersize buradan başlamak gerekiyor. Yani asansöre binmeyip, merdiveni kullanmayı alışkanlık haline getirmeli. Evinizin biraz ilerisindeki markete araba ile değil yürüyerek gitmek, metroda yürüyen merdivenleri kullanmayıp basamakları çıkmak yapılabilecek en iyi küçük egzersizlerdir. Bu küçük adımlar, vücudunuzda büyük değişiklikler yapar. Üstelik bu egzersizler, bütçenize de ek bir maliyet getirmez. Küçük egzersizlerde temel düşünce; 'vücudu işler halde tutmak'tır. Günlük yaşamınızı bedeninizi kullanarak sürdürmek ve elden geldiğince teknolojiden uzak durarak, beden hareketliliğini sağlamak gerekir.
    Egzersiz, anti aging'in ilk maddelerinden biridir. Yaşlanmayı durdurmak için; her gün küçük egzersizler yapmayı alışkanlıklarınız arasına sokun. Haftada iki defa uzun egzersize alışın. Nefes açma egzersizlerini öğrenin ve bunun yanında bir profesyonelle birlikte egzersiz yapmaya çalışın. Ama en önemlisi seksin çok iyi egzersiz olduğunu unutmayın.
    SEKS YAPMAK İYİ BİR EGZERSİZDİR:
    seks çok da iyi bir egzersizdir. Fiziksel olarak uygunsanız; her yaşta seks hayatınızı sürdürmekle vücut direncinizi artırabilirsiniz. Yaşla birlikte fiziksel kapasiteniz yavaşlasa bile, belirli oranda ve kontrollü olarak seks hayatınızı sürdürülebilirsiniz. Seks yapmak; hem psikolojik motivasyonu hem de fiziksel olarak yaşam aktivitesinin artmasını sağlar.